“Hadis” kelimesi, Müşebbihe Sıfatı olup “he-de-se” (ح د ث) kökündendir ve “yeni, söz, hikâye ve gerçekleşmiş olay” manasındadır.
Lügat bakımından hadis ile rivayet arasında genel bir fark vardır. Ancak ilmi kavramlarda birçok yerde eş anlamlı olarak kullanılırlar. Bazı yerlerde de farklı anlamlarda kullanılırlar. Bu şekliyle hadis, sadece masumlardan nakledilen sözlere ve rivayet ise, tarih, olaylar veya gayri masumdan nakledilen her türlü konuya işaret eder.
Görünüşte nakledilen şeylerin (haber) hadis adını taşıması, Kuran’ın karşısında (ki her ikisi de ilahi hükümlerin beyanıdır) yer almasındandır. Zira Ehlisünnet’in çoğu, Kuran’ın eski olduğuna inanır. Bu yüzden Hz. Peygamber’in (s.a.a) kendi dilinden çıkan hükümleri (hadis) Kur’an’ın karşısında zikrederler.[1]
Hadis, anlam bakımından vahiy temelli olup; lafız ve söz bakımından insani bir yöne sahiptir.
Hicri ilk yüzyıllarda eser, haber ve ilim kavramları, hadis kavramı ile hemen hemen aynıydı.
“Eser” kelime bakımından arda kalan ve iz anlamındadır. Bu sözcük özel olarak Ehlisünnet arasında şeriat ve dini öğretilerden geriye kalan her türlü iz için kullanılır. Bu iz, ister direkt Hz. Resulullah’tan (s.a.a) nakledilen bir söz olsun ve isterse dolaylı olarak o hazretin (s.a.a) sahabesine, tabiine veya tabiinin tabiine ve hatta Medine-i Resul’den geriye kalmış şeylere ulaşan her türlü yankıyı içersin. Ancak bu terim Şii âlimlere göre, genelde masumlardan (a.s) rivayet edilen şey anlamına gelir. Bazıları ise, eserin, sahabeden nakledilen sözlere özel olduğuna inanır.[2]
Haberin tanımı hakkında çeşitli görüşler sunulmuştur. Bazıları hadisi iki kısma ayırmışlardır. Hadis-i Merfu için “haber” ve Hadis-i Mevkuf için “eser” adını kullanmışlardır.[3] Bazıları hadisin masumlardan (a.s) rivayet edilen sözler; haberin daha genel manada geçmişteki öncülerin (yukarıda zikrettiğimiz sahabe, tabiin …) sözleri olduklarına ve eserin ise, her ikisinden de daha geniş bir manaya geldiğine inanırlar.[4] Bir grup ise, tüm bu dağınık sözlerden kurtulmak için bu üç terimin eşit anlama geldiğini söylemişlerdir.[5]
Bu terim şu anda kullanılmamaktadır. Ancak hicri ilk yüzyılda ve sınırlı olarak ikinci yüzyılda bu sözcüğün çokça kullanıldığı örnekler vardır. Bugün nasıl “hadis” diye adlandırıyorsak, o dönemde de bu tanım için akla gelen ilk şey “ilim” kelimesiydi. Sahabe ve tabiine ait bazı tabirler mevcuttur ki “ilmin gitmesi”, “kaldırılması” veya “eskimesi” nedeniyle kaygılar dile getirilmiş ve ilmin gitmesinin, ilmi taşıyan kimselerin ortadan kalkması olduğu belirtilmiştir.
Hadis ilimlerinde, senet (kaynak) veya rivayet metinlerini daha iyi anlamak için, çeşitli bölünümler kullanılmıştır. Bu bölünümler şunlardır:
1-Ravilerin senet açısından sayısına dayanan bölünüm: Haber-i Vahid, Haber-i Müstefiz ve Haber-i Mütevatir.
2-Senedin itibarına göre yapılan bölünüm: Sahih ve kısımları (Sahih-i muzaf, Muttefikun aleyh, E’la, Evsat, Edna), Hasen, Mevsuk, Kavi, Zayıf ve kısımları (Müdrec, Müşterek, Musahhaf, Mu’telif, Muhtelif).
3-Senedin (raviye) ulaşımı ve kesilmesine göre yapılan bölünüm: Müsnet, Muttesil, Merfu, Mevkuf, Maktu’, Mürsel, Munkati, Mü’zel veya Müşkil, Müzmer, Muallak, Müen’en, Mühmel.
4-Metin esasına göre yapılan bölünüm: Nas, Zahir, Müevvel, Mutlak, Mukayyet, Âm (genel) ve Has (özel), Mücmel ve Mübeyyin, Mukateb ve Mekatib, Meşhur, Metruk, Metruh, Hadis-i Kutsi, Şaz, Maklup, Müteşabih.
5-Rivayete amel esasına göre: Hüccet ve La Hüccet, Makbul, Nasıh ve Mensuh.
Ehlisünnet arasında hicri birinci yüzyılda Hz. Resulullah’tan (s.a.a) nakledilen hadise, ravisine bakılmadan önem verilirdi. İkinci yüzyılda hadis uyduran kimselerin varlığı sebebiyle, uydurma hadislerin önünü alabilmek için, senetlerin (kaynakların) zikredilmesine ihtiyaç duyuldu.[6] Senetlerin zikredilmesi ile Hz. Resulullah’tan (s.a.a) ve sahabeden uydurma hadis rivayetleri çok azaldı. Ancak bu durum sınırlı da olsa ikinci yüzyılın sonuna kadar hadis ashabından Malik[7] ve fıkıh ashabından Ebu Hanife[8] ve öğrencisi Şeybani[9] rivayetlerinde görülmekteydi. İkinci yüzyılın sonunda Şafii’nin “Bunu nereden naklediyorsunuz?” söylemi ve gayretiyle senet ve kaynak aslı galebe çaldı.
Şia arasında ise, baştan beri masumlardan (a.s) hadis nakli hususunda raviler üzerinde hassasiyetle duruldu ve İmamlar (a.s), makbul hadisin ölçülerini âlimlere anlatmışlardı.
————-
[1]- Fethu’l Bari, c.1.
[2]- Şeyh Bahai, Vecize’de.
[3]- Süyuti, Tedrib, c.1, s.184.
[4]- Ensari, s.85; Şehid-i Sani, er-Riaye, s.49.
[5]- Kasımi, s.61 ve Salih, s.10 – 11.
[6]- Müslim, c.1, s.15; Tirmizi, c.5, s.740.
[7]- el-Muvatta, c.1, s.300.
[8]- Şeybani, c.3, s.1 – 4.
[9]- Şeybani, c.1, s.10.