Tevekkül
İslami öğretilerde tevekkülden dindarlık ve imanın alametlerinden biri olarak bahsedilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de yedi yerde “Müminler Allah’a tevekkül etmelidirler” cümlesi geçmektedir.[1] Bu ayetlere göre eğer hayatta birine güvenecekseniz mutluluğun yollarını önünüze koymuş rabbinizden daha iyi kimi bulabilirsiniz.[2] Tevekkül, vekâlet maddesinden, işlerini âlim, kâdir ve hayırsever Allah’ın kifayetli eline bırakmak demektir. “İnsanın, dünyevi işlerinde kendisine vekil seçmesi ve daha faydalı sonuçlar alabilmek için işlerinin çoğunu ona devretmesi gibi, Allah’ın kulunun da kaygı ve endişe olmaksızın taleplerinin karşılanabilmesi için hayatının tüm işlerinde Allah’a dayanması ve onu kendine vekil tayin etmesi yakışık alan davranıştır.”[3]
Elbette ki tevekkül, kontrolümüzdeki bir hedefe ulaşmanın normal sebepleri olan konularla sınırlı değildir. Hatta böyle konularda da müminin güveni Allah’a olmalıdır. Çünkü sebeplerin etkisi Allah’ın izniyle gerçekleşmektedir ve eğer Allah istemezse basit sebepler bile normal etkilerini gösteremeyeceklerdir. Tıpkı bıçağın Hz. İsmail’in (as) boğazını kesmemesi ve Nemrud’un ateşinin Hz. İbrahim’in (as) bedenini yakmaması gibi. “Bazıları, işin araç, sebep ve etkenlerinin hazırlandığı yerde tevekküle ihtiyaç olmadığını, yalnızca işin sebep ve etkenlerinin hazır olmadığı yerde insanın Allah’a güvenmesi ve tevekkül etmesi gerektiğini zanneder. Sebepler hedefe ulaşmayı sağladığında tevekküle ihtiyaç yoktur. Tevekkül edilen yerde de sebeplerden yararlanmaya ihtiyaç olmaz ve sebepleri bırakmak lazımdır. Mesela cihatta işin bir kısmı sebeplere sarılarak[4] ve tevekkül etmeksizin gerçekleşir. Diğer bir kısım ise tevekkülle sebeplerden yararlanmaksızın gerçekleşir. Yani tevekkül sınırına vardığında fiilin sebep ve araçlarını bırakacaktır. Dua ve tevessül konusunda da böyle bir varsayım söz konusudur. Buna göre dua ve tevessülün sınırı normal sebep ve etkenlerden bir iş çıkmadığı yerden başlamaktadır. Bu sınırlamalar doğru değildir. İnsanın vesileler ve sebeplerle iş gördüğü yerde Allah’a tevekkül etmek gerekir. Nasıl ki gülsuyu gül yaprağında gizliyse, tevekkül, tevessül ve dua da fiilin her yerinde ve işlerimizin tamamında hareket halindedir. Hatta fiilin araç ve sebeplerini temin etmede ve yine araçlardan yararlanmada dua ve tevekkül ehli olmalıyız. Çünkü bir yandan sebepleri, sebep yaratan Allah hazırlamıştır, öte yandan da sebepleri yaratan Allah, aynı zamanda sebepleri de yakabilen yaratıcı olduğundan kendine özgü etkenler sonucunda araçları elimizden alabilir ve bizimle hedefimiz arasında boşluk var edebilir. Tevekkül, tıpkı dua ve tevessül gibi, zâhiri ve maddi etkenler ve sebeplerin çerçevesi dışındaki alanla ilgili değildir. Mütevekkil, varlığın bütün durumlarında ve aralarında sebepleri elde etmenin de bulunduğu tüm işlerinde Allah’a güvenmeli ve işini ona bırakmalıdır. Hadislerde şöyle geçmektedir:
“Hem deveni sağlam bağla, hem de Allah’a tevekkül et.”[5]
Tevekkül ve Çaba:
Tevekkül, doğru anlamını gösterebilirsek toplumda dinamizm ve umut yaratmaya ve bireylerin ruhsal hijyenini sağlamaya yol açacak ama eğer yanlış mana verilirse rehavet ve tembelliğe sebep olacak kavramlardandır. Başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere İslami kaynaklarda bu kavramın kullanıldığı yerlere bakıldığında böyle bir algılamanın hiçbir şekilde hakikatle bağdaşmadığı anlaşılacaktır.[6]
Tevekkül ve Kendine Güven:
Psikoloji açısından kendine güven meselesi olumlu ve tavsiye edilmiş bir şey olmakla birlikte acaba bu durum Allah’a tevekkül ve güvenmekle aykırılık taşır mı? Acaba ya Allah’a mı güvenmeliyiz ya da kendimize mi? Bu ikisini bir araya getirmek mümkün değil midir?
Eğer kendine güveni, tevekkülün hizasında ve ona paralel olarak göz önünde bulundurursak hiç kuşku yok kabul edilebilir bir şey olmayacaktır. Onu İslami açıdan reddeden kimseler kesinlikle böyle bir telakkiyi kastetmektedirler. Öyle anlaşılıyor ki kendine güven, tercihte bulunacağımız zaman birini seçip diğerini bırakabileceğimiz, tevekkülle aynı hizada ve paralel bir kavram değildir. Bu iki kavram birbirine dikeydir ve bu nedenle kendine güvenden bahsedildiğinde bu, tevekkülün ve yok olmaz ilahi kudrete güvenmenin karşısında değildir. Bilakis kastedilen, başkalarına güvenmek ve onlar karşısında zilleti kabul etmek yerine varlığımızdaki Allah vergisi güçlere dayanmamızdır. Allah’ın bize armağan ettiği güçlere güvenmenin, açıktır ki Allah’a tevekkül ve güvenmekle herhangi bir aykırılığı yoktur. Diğer bir ifadeyle, kendine güven görecelidir, mutlak değil. Bunun anlamı şudur ki, kendine güven ve başkalarına dayanma çatıştığında birinciyi seçmek gerekir. Fakat bu, kendine güven sahibi bireyin artık tevekkülü bir kenara bırakabileceği ve sadece kendisine güveneceği manasına gelmez. “Eğer tevekkülü gerçek anlamında, yani hedeflere ulaşabilmek için doğal sebepleri kullanmak, ama aynı zamanda da onların etki ve sonuçlarını ilahi istek ve dilemeye bırakmak şeklinde alıyorsak; yine kendi güç ve kabiliyetine dayanmak olan kendine güvenin kaynağını Allah kabul ediyor ve sahip olduğumuz herşeyin Allah’tan olduğuna, bütün bu imkânları ve güçleri bize, kendi ayaklarımızın üzerinde durabilmemiz ve başkasına muhtaç olmamamız için Allah’ın verdiğine inanıyorsak bu durumda kendine güven, Allah’a tevekkülle aykırılık taşımak bir yana, aksine onun asli ve önemli boyutlarından birini oluşturmaktadır.”[7]
Şimdi tevekkülün ruhsal temizlik üzerindeki olumlu etkilerini ele alalım:
1. Kendine güven. Tevekkül, insandaki kendine güveni destekler. Kendisindeki sınırlı güç yerine, herşeyi bilen Allah’ın kudretine dayanan kişide olağanüstü bir psikolojik güç ortaya çıkar ve hayatın sorunları karşısında rahatlıkla direnç gösterebilir. Sonuç olarak da ruh sağlığının seviyesini yükseltebilir.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a tevekkül ederse güçlükler onun için kolay olur ve onun için başarının sebepleri hazırlanır.”[8]
Rasulullah de (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanların en güçlüsü olmak isteyen, Allah Teala’ya tevekkül etsin.”[9]
2. Ümitvar olmak. Hayatta başarının tüm sebepleri elimizde değildir. Allah’ın kudretine dayanmak ve O’na tevekkül etmek sorunları çözme umudunu arttırır ve bireyi, huzursuzluklar ve sorunlara karşı koyma kaynaklarının azlığından kaynaklanan depresyon ve anksiyeteden kurtarır. Karşı koyma gücünün azlığı kişiyi umutsuzluk ve çaresizliğe sürükleyebilir. Burada Allah’ın sonsuz kudretine tevekkül ve güven insana yardım eder ve kalpte umut ışığını yakar. Birçok intiharın ve genel olarak insanlardaki hastalıkların nedeni, kalplerindeki umut ışığının sönmesidir. Aslında tevekkül, bireyin sorunlara karşı koyma gücünü ikiye katlar ve onun çoğu depresyon ve kaygılarının önünü alır.
“Böyle bir inanç taşıyan birey başarıya ulaşır ve hedefine varırsa psikolojik açıdan denge haline kavuşacaktır. Eğer başarısız olursa Allah’ın hem insanların başarılı olacağı sebepleri hazırladığına, hem de onların yararına olanı kendilerinden daha iyi bildiğine inandığından zâhiri başarısızlığın da onun yararına ve maslahatına olduğunu kabul edecek, sonuçta da psikolojik bakımdan darbe yememiş olacaktır. Dolayısıyla tevekkül, bireyi, hayatın sorunlarını çözme, belli bir denge ve uyuma ulaşma yönünde çaba ve gayret sarfetmede daha güçlü kılacaktır. Böyle bir kimse yaşamın iniş çıkış ve kıvrımlarında kendisini asla çıkmazda görmez. Çünkü maddi sebeplerin ötesindeki etkenlere inanır.”[10]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Mütevekkil, acı çekmez.”[11]
3. İç temizlik. Tevekkül, haset, dar görüşlülük, dünyaperestlik vs. gibi hoşa gitmeyen ahlaki sıfatların insanın varlığından temizlenmesini sağlar. İnsanın ahlaki sorunlarının sebebini aradığımızda çoğunun kökeninin, sonsuz ilahi kudrete inanç yoksunluğu olduğunu görüyoruz. Örnek vermek gerekirse, hasetçi aslında, Allah’ın ona vermeye gücü yeteceğinden emin olmadığı nimeti başkasının da kaybetmesini arzu etmektedir. Kişi eğer “Kim Allah’a tevekkül ederse Allah ona yeter.”[12] ayetine inansa artık Allah’ın, nimetlerini diğer kullardan esirgemesini ve yalnızca onu nimetlerinden yararlandırmasını arzu etmesine ihtiyaç kalmayacaktır.
4. Özsaygı. Allah’a tevekkül edenler değerli oldukları duygusuna ulaşır, artık zillete boyun eğmeye ve muhtaç biçimde başkalarına el uzatmaya yanaşmazlar.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Minnetsizlik ve izzet her tarafı dolaşır. Tevekkül konumuna eriştiğinde orada istikrar bulur.”[13]
[1] Mücadele 10, Tegabun 13, Âl-i İmran 122 ve 160, Maide 11, Tevbe 51, İbrahim 11.
[2] “وَمَا لَنَا أَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا” Neden Allah’a dayanmayacakmışız. Hâlbuki bizi mutluluğun yollarına o yönlendirmiştir. (İbrahim 12).
[3] Misbah, Rahiyan-i Kuy-i Dust, s. 15.
[4] Enfal 60.
[5] Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 68, s. 138.
[6] İbrahim 12, Âl-i İmran 159.
[7] Şücai, Tevekkül be Hoda, s. 50.
[8] “من توکل علی الله ذلت له الصعاب و تسهلت علیه الاسباب” (Aynı yer).
[9] “من احب ان یکون اقوی الناس فلیتوکل علی الله” (Aynı yer).
[10] Di Matteo, Revanşinasi-yi Selamet, c. 2, s. 757.
[11] “لیس لمتوکل عناء” (Muhammedi Reyşehri, Mizanu’l-Hikme, c. 4, s. 3660)
[12] “وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُ” (Talak 3).
[13] “ان الغنی و العز یجولان فاذا ظفرا بموضع التوکل اوطنا” (Muhammedi Reyşehri, Müntehab-i Mizanu’l-Hikme, bölüm 59, tevekkül maddesi).