Ali bin Ebi Talip (Arapça: علي بن أبي طالب) (Hicretten önce 23, Hicrî Kameri 40), Şiaların birinci imamı, sahabe, rivayet eden, vahiy katibi olan İmam Ali (a.s), Ehlisünnet nezdinde Hulefa-i Raşidin’in (dört büyük halife) dördüncüsüdür.Babası Ebutalib, ve annesi fatime binti Esed’dir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed bin Abdullah’ın (s.a.a) amcasının oğlu, damadı, Hz. Fatıma’nın (s.a) eşi, Şiaların on bir İmam’ının (a.s) ced ve babalarıdır.
Şia tarihçileri ve çok sayıda Ehlisünnet âliminin söylediğine göre Kâbe’nin içinde dünyaya gelmiş ve anne ile baba tarafından Haşimi olan ilk kimsedir.Hz. Muhammed’e (s.a.a) ilk iman eden kişidir. Şia’nın görüşüne gore Allah’ın emri ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) tasrihi ile Allah Resulü’nün (s.a.a) kendisinden hemen sonraki halifesidir.Onun hakkında bir çok fazilet saymışlardır. Kureyş’in, Hz. Peygamber’i (s.a.a) öldürmeğe kastettiği zaman o, düşmanların aldanması için Hz. Peygamber’in (s.a.a) yatağına yatmış ve bu yolla Hz. Peygamber (s.a.a) gizlice hicretetmiştir. Hz.Peygamber (s.a.a), kendikardeşlik akdini Hz. Ali (a.s) ile okumuştur. Ali b. EbuTalib, Hz. Peygamber’in (s.a.a) emri ile katılmadığı Tebuk Savaşı hariç Hz. Peygamber’in (s.a.a) tüm savaşlarına katılmış ve İslam’ın en cesur ve onurduyulan komutanı olmuştur. İmam Ali (a.s) Bedir savaşında müşriklerden bir çoğunu öldürmüştür. Uhud savaşında Hz. Peygamber’in canını korumuştur.
Hendek savaşında Amr b. Ebduved’i öldürerek savaşı sonlandırmıştır. Hayber savaşında kalenin büyükkapısını kopararak savaşı devam ettirmiştir. Onun masum olduğuna Kur’an-ı Kerim’in ayetleri delalet etmektedir.
Şia kaynakları ve Ehli Sünnet’in bazı kaynaklarına gore, Kur’an-ı Kerim’den yaklaşık 300 ayet onun faziletine delalet etmektedir. [1] Hz. Peygamber (s.a.a) son hac farizesinden sonra Allah-u Teala’nınTebliğ ayetindeki emri ile halkın Gadir-i Hum bölgesinde toplanmaları emrini verdi. Sonra Gadir hutbesini okuyup, İmam Ali’nin (a.s) elini kaldırarak, şöyle buyurdu: “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım onu sevenleri sev ve ona düşman olanlara düşman ol.”Bu hutbeden sonra Ömer b. Hattab gibi halifeler İmam Ali’yi (a.s) kutladılar ve ona “Emir’ülMüminin” lakabıyla hitapettiler. Şia ve bazı EhliSünnet müfessirlerine göre, İkmala ayeti bu günde nazil oldu.
Şia inancına göre, Hz. Peygamber (s.a.a) “Men kuntu mevlahu fe Aliyyün mevlahu” sözünü Gadir-i Hum günü söylemiştir ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesini belirlemektedir. Bu esas gereğince Şialar, başka fırkalardan ayırt eden kendi hüviyetlerini İmam Ali’nin (a.s) Allah tarafından halifeliğe ve İmamlığa seçildiği inancını bilmektedirler. Ehlisünnet inancı ise, Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesini halkın seçimi olarak bilmektedir.Hz. Peygamber (s.a.a) dünyadan göçer göçmez, bir grup Sakife’de Ebu Bekir’e halife unvanı ile biat ettiler.
Hz. Ali (a.s) ise, Müslümanların ısrarı ile Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın hilafetinden 25 yıl sonra hükumetin sorumluluğunu üstlenmiştir. [2] O, kısa süren hükumeti döneminde üç ağır iç savaşla karşı karşıya kalmış ve sonunda Kufe Mescidi’nin mihrabında namaz kıldığı sırada Haricîlerden biri tarafından şehit edilmiş ve gizlice Necef’de toprağa verilmiştir. [3]
Arap Edebiyatı, kelam, fıkıh, tefsir gibi İslam ilimlerinin birçoğu ona ulaştığı söylenmekte ve çeşitli fırkalar kendi senet silsilelerini ona ulaştırmaktadırlar. “Nehсü’l Belâğa” unvanıyla meşhur olan kitap, Hz. Ali’nin (a.s) seçilmiş olan konuşmaları ve mektuplarını içermektedir. Onun hakkında değişik dillerde yazılmış olan birçok eser bulunmaktadır.
İmam Ali’nin (a.s) Necef şehrinde bulunan türbeleri, Şia kültüründe mukaddes mekanlardan ve ziyaretinde dikkat edilen yerlerdendir. Bazı kaynaklarda “İmam Ali’nin hareminde defnolunanlar” unvanıyla yad edilen ileri gelen şahıslar bu mekanda defnolunmuşlardır.
Makam ve Konumu
Ali b. Ebi Talib (a.s) sürekli olarak Şialar tarafından özel bir makam ve menzilete sahipti Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) sonra en iyi, en takvalı, en âlim insan ve Hz. Muhammed’in (s.a.a) hak üzere olan halifesiydi. Bu esas gereğince sahabelerden bir grubu Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) hayatta olduğu o yıllarda bile Hz. Ali’nin (a.s) takipçileri ve yaranları, yani Şia olarak biliniyorlardı. [4] Şialar, İmam Ali’yi (a.s) Ehli Sünnetin “Halk tarafından seçilen Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) halifesi” inancına[5] karşı, “Allah tarafından bildirilen Hz. Peygamber efendimizden (s.a.a) hemen sonraki halifesi” olarak biliyorlar. [6]
Şiaların inancına göre İmam Ali’nin (a.s) hilafet makamına ulaşması, Hicri Kameri 35. yılın Zilhicce ayının 19’unda Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) kaç defa ve özellikle Gadir’de onu “kendi halifesi ve İslam ümmetinin İmamı” unvanıyla seçtiği geç kalınmış bir kararın uygulamasıydı. Şia inancına göre Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) Gadir-i Hum günü söylediği “Men kuntu mevlahu fe Aliyyun mevlahu” ibareti, Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) halifesini belirlemektedir. Öyle ki orada hazır bulunanlar Ali b. Ebi Talib’i (a.s) tebrik etmiş ve ona “Emir’ül Müminin” lakabıyla hitap etmişlerdir. Asrımızın Alman vatandaşı olan İslam bilimcisi Hans Halim, bu inanca dayanarak, “Ali (a.s) hak olan tek halife, “Emir’ül Müminin” unvanı sadece ona layık ve onun süresi az olan hükümeti, Hz. Peygamber efendimizin (s.a.a) rihletinden sonra İslam ümmetinin tecrübe etmiş olduğu tek meşru hükümettir. [7]
Nesli, Lakapları ve Fiziksel Özellikleri
Ali b. Ebi Talib b. Abdulmuttalib b. Haşim b. Abdumenaf b. Kusay b. Kilab[8] “Haşimi” ve “Kureyşi” olarak meşhurdur. İmam Ali’nin (a.s) babası olan Ebu Talib cömert, adaletli ve Arap kabileleri arasında saygı duyulan bir insan; Hz. Peygamber’in (s.a.a) amcası, hamisi ve Kureyş’in büyük şahsiyetlerinden biri olduğu bildirilmiştir. [9] Annesi, Fatıma binti Esed[10] ve kardeşleri Talip, Akil, Cafer’dir. Kız kardeşleri ise, Hint veya Ümmü Hani, Cemane, Riyte veya Ümmü Talip ve Esma’dır. [11]Tarihçiler, Ebu Talib ve Fatıma binti Esed’in evliliklerini, Haşimi bir kadın ve bir erkek arasında olan ilk evlilik olarak bilmişlerdir. [12]Bu sebeple Hz. Ali (a.s) anne ve baba tarafından Haşimi olan ilk şahıstır. [13]
Künye, Lakap ve Sıfatları
Ali b. Ebi Talib’in (a.s) künyeleri şöyledir: Ebu’l Hasan[14], Ebu’l Hüseyin, Ebu’s-Sibteyn, Ebu’r-Reyhaneteyn, Ebu Turab ve Ebu’l Eimme (İmamlar babası). [15]
Yine onun için lakap ve sıfatların kaynağını şöyle saymışlardır: Emir’el Müminin Ya’subuddin ve’l Müslimin, Haydar, Murtaza, Kasimu’l Cennet ve’n Nar, Sahibu’l-Liva, Sıddıku’l Ekber, Faruk, Mubiru’ş-Şirk ve’l Müşrikin, Katilu’n Nakisin ve’l Kasitin ve’l Marikin, Mevla’l Mumin’in, Şebih-i Harun (Harun’a benzeyen), Nefsu’r-Resul (Peygamberin nefsi), Ehu’r-Resul (Peygamberin kardeşi), Zevcu’l Betül, Seyfullah el-Meslul, Emiru’l Beraret, Katilu’l Fecere, Zu’l Karneyn, Hadi, Seyyidu’l Arap, Keşşafu’l Kureb, Dai, Şahid, Babu’l Medine, Vali, Vasi, Gazi-i din-i Resulullah, Munciz-i Vadeh, en-Nebeu’l Azim, Sıratu’l Müstakim ve’l Enzau’l Batin. [16]
“Müslümanların emiri”, “önderi”, “komutanı” ve “lideri” manasına gelen “Emir’ülmuminin” lakabı, Şiaların inancına göre İmam Ali’ye (a.s) özgü bir lakaptır. Şiiler rivayetlere istinaden bu lakabın Hz. Resul-ü Ekrem’in (s.a.a) döneminde Hz. Ali (a.s) için kullanıldığına ve bu lakabın sadece ona münhasır olup, başta Hulefa-i Raşidin (diğer üç halife) olmak üzere, başkaları için kullanılmasının caiz olmadığınave hatta bu lakabın Şiilerin diğer imamları için bile kullanılmasının doğru olmadığına inanmaktadırlar. [17]
Fiziksel Özellikleri
İmam Ali’nin (a.s) yüz ve fiziksel özellikleri hakkında çeşitli kaynaklarda çok sayıda sözler söylenmiştir. Hz. Ali (a.s) orta boylu ve dolgun biriydi. İri siyah gözlere sahipti. Kaşları uzunca ve bitişikti. Güzel yüzlü ve. buğday tenli idi. Güler yüzlüydü.Sakalları gür ve güzeldi. Omuzları genişti. [18] Bazı kaynaklara göre Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) “Betin” lakabını vermiştir ve bu da İmam Ali’nin (a.s) fiziksel açıdan şişman olarak algılanmasına neden olmuştur. Fakat bazı kaynakların naklettiğine göre, buradaki “Betin” lakabından “bilimle dolu” olması kastedilmiştir. [19] Bu tefsiri onaylayan başka deliller de bulunmaktadır. Nitekim bazı ziyaretnamelerde İmam Ali (a.s) “Betin” sıfatıyla övülmesiyle maksadın şişman olmadığıdır. [20]
Ali b. Ebi Talib’in (a.s) bedeni gücü hakkında denilmiştir ki “O, her kimle dövüştüyse onu yere sermiştir. [21]” “Nehcü’l Belağa’nın Şerhi” kitabının yazarı İbn-i Ebi’l Hadid şöyle diyor: “İmam’ın fiziksel gücü, dillere destan olmuştur. Hayber kalesinin kapısını yerinden söküp bir kenara atmış, sonra bir kaç kişi bile onu kaldırıp tekrar yerine koymayı başaramamışlardır. Gerçekten büyük bir put olan Hubel putunu Kâbe’nin üstünden o yere atmıştır. Hilafet döneminde büyük bir taşı yerinden kaldırmış ve altından su akmıştır; oysaki ordunun tamamı bunu başaramamıştır.” [22]
Hayatı
Hz. Ali (a.s) Peygamber Efendimize (a.s) iman getiren ilk erkekti. [23] Şialarının birinci imamı[24] ve Ehli Sünnete göre ise Hulefa-i Raşidin’in (dört büyük halife) dördüncüsüdür.
Doğumundan Hicrete Kadar
İmam Ali b. Ebi Talib (a.s) hicretten 23 yıl önce, Fil yılının 30. yılında Recep ayının 13’ünde Cuma günü Mekke’de Kâbe’nin içinde dünyaya geldi. [25] Hz. Ali’nin (a.s) Kâbe’de dünyaya gelişini Seyyid Murtaza, Şeyh Mufid, Kutbu Ravendi, İbn-i Şehri Aşub gibi Şii âlimleri ve Hâkim Nişaburi, Hafız Genci Şafii, İbn-i Cevzi Hanefi, İbn-i Sabbağ Maliki, Halebi ve Mesudi gibi Sünni âlimleri tevatür haddinde bilmektedirler. [26] Hz. Ali (a.s) altı yaşında iken (Hicretten 17 yıl once) Mekke’de kıtlık baş göstermiş, Ebu Talib için kalabalık bir ailenin kıtlık döneminde geçimini sağlamak zor bir hal almıştı. [27] Bundan dolayı, Hz. Muhammed (s.a.a) ve iki amcası Abbas ve Hamza bu konuda Ebu Talib’e yardım etmeye karar verdiler. Bu sebeple Abbas Cafer’i, Hamza Talib’i ve Hz. Muhammed de (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) kendi evine götürdü.
İmam Ali (a.s) hutbelerinden birinde Peygamber Efendimizin (s.a.a) bu sevecen davranışına değinmiştir. [28] Peygamber Efendimizin (s.a.a) bi’setinden sonra (Hicretten 13 yıl önce), Hz. Peygamber’e (s.a.a) iman getiren Hz. Ali (a.s) ilk erkek ve Hz. Hatice (s.a) ilk kadındı. [29][30] O dönemde Hz. Ali (a.s) on yaşındaydı ve Peygamber Efendimiz (s.a.a) ile birlikte Mekke’nin etrafındaki dağlarda gizlice namaz kılıyorlardı. [31][32]
Peygamber Efendimiz (s.a.a) İslam dinine davetini Bi’setin üçüncü yılında açık olarak yaptıktan sonra, “Yevmud-Dar olayı” veya “İnzar-ı Eşere” diye meşhur olan yakın akrabaları davet olayında İmam Ali (a.s) Peygamber efendimizi (s.a.a) destekledi. Peygamber Efendimiz (s.a.a) cevap olarak onu kendi kardeşi, vasisi ve halifesi olarak niteledi. [33] Hicrette önce 6. yılda Müslümanlar, müşrikler tarafından Ebu Talib deresinde muhasara edilerek, alış-veriş ve gidiş-gelişten yasaklanmışlardı. Bu dönemde Ebu Talib, Peygamber Efendimizin (s.a.a) canını korumak için defalarca Hz. Ali’yi (a.s) onun yattığı yerde yatırmıştır. [34] Muhasaranın kırılmasından bir sure sonra Hicretten 3 yıl önce, Hz. Ali (a.s) 19 yaşında babası Ebu Talib’i kaybetti. [35] Ebu Talib’in ölümünden sonra Müslümanların durumları daha da zorlaştı ve Peygamber Efendimiz (s.a.a) Medine’ye hiret etme fikrine düştü.
Hicret gecesi ve müşriklerin Peygamber Efendimizi (s.a.a) öldürme planlarını bilerek, Hz. Ali (a.s) 23 yaşında “Leylet’ül Mebit” diye meşhur olan gecede Peygamber Efendimizin (s.a.a) yattığı yerde yattı. [36] Hz. Ali (a.s) birkaç gün sonra ve Peygamber Efendimizin (s.a.a) borçlarını ödedikten sonra, aralarında Hz. Fatıma (s.a) ve annesi Fatıma binti Esed’in de bulunduğu bir grupla Medine’ye gitti. [37]
Hicreten Sonra
Peygamber Efendimiz (s.a.a) Medine’ye hicret yolunda Giba’ya ulaştığı zaman, Hz. Ali (a.s) ve beraberindekilerin ulaşmaları için, orada yaklaşık olarak 15 gün bekledi.[38] Medine’de Mescid’ün-Nebi’nin yapımından sonra, Peygamber Efendimiz (s.a.a) ilk hutbelerinde Muhacirler ve Ensar’ı birbilerinin kardeşi olarak akitlerini okudu ve Hz. Ali’yi (s.a) de kendi kardeşliği için seçti.[39]
Hicri kameri 2. yılında müşrikler ve Müslümanlar arasında Bedir savaşı meydana geldi. Bu savaşta düşman birliklerinden ve Kureyş’in ileri gelenlerinden birçoğu Hz. Ali (a.s) tarafından öldürülmüştü.[40] Bedir savaşından sonra,[41] Hz. Ali (a.s) 25 yaşında Hz. Fatıma (s.a) ile evlendi.[42] Hz. Fatıma’nın (s.a) başka isteyenlerinin olmasına karşın,[43] Peygamber Efendimizin (s.a.a) kendisi onların nikah hutbelerini okudu.[44]
Müşrikler, Hicretin 3. yılında Bedir savaşı yenilgisini telafi etmek için Müslümanlar aleyhine Uhud savaşını açtılar.[45] İmam Ali (a.s) savaşı bırakmayan kimselerdendi ve Peygamber Efendimizin (s.a.a) canını koruyordu.[46] Bu savaşta 16 yara aldığı söylenmişti.[47] Kuleyni ve Taberi şöyle dediler: “La Seyfe illa zulfigar, la feta illa Ali” cümlesini Cebrail (a.s) bu savaşta Hz. Ali’nin (a.s) methi için söylemiştir.[48] Aynı yıl İmam Ali’nin (a.s) büyük oğlu İmam Hasan Muçteba (a.s) dünyaya gelmiştir.[49]
İmam Ali’nin (a.s) 27 yaşında olduğu Hicri kameri 4. yılında annesi Fatıma binti Esed dünyadan gitti.[50] İmam Ali (a.s) ve Hz. Fatıma’nın (s.a) ikinci çocukları olan İmam Hüseyin (a.s) bu yılda dünyaya geldi.[51]
Hicretin 5. yılında Hendek savaşı yaşandı[52] ve Hz. Ali’nin (a.s) gayretleri sonucu Amr b. Abdevud’un ölümüyle sonuçlandı.[53] Hz. Ali (a.s) ve Hz. Fatıma’nın (s.a) üçüncü çocukları olan Hz. Zeynep (s.a) bu yılda dünyaya geldi.[54]
Hicri kameri 6. yılında kâtibi Hz. Ali (a.s) olan Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Kureyş arasında Hudeybiye barış antlaşması imzalandı.[55] İmam Ali’nin (a.s) dördüncü çocuğu olan Ümmü Kulsum bu yılda dünyaya geldi.[56] Bu yılın Şaban ayında Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) Fedek seriyyesi ve Yahudilerin dağıtılması için görevlendirdi.[57]
Hicri kameri 7. yılında Hayber savaşı meydana geldi.[58]
Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: لَأُعطیَنّ الرّایةَ غَداً رجُلاً یُحبُّه اللهُ و رسولُه، یَفتحُ اللهُ علی یَدَیه، لیسَ بفَرّار “Yarın sancağı öyle birinin eline vereceğim ki Allah ve Peygamberi onu seviyor. Allah onun elleriyle bize zafer kazandıracak. O savaştan kaçan biri değildir.”[59] Hz. Ali (a.s) bu şavaşta İslam ordusunun sancaktarı idi.[60] İslam ordusu onun rehberliğinde Hayber’i fethetmeyi başarmıştı.[61]
Hicri kameri 8. yılında, 31 yaşında olan Hz. Ali (a.s), Peygamber Efendimizin (s.a.a) ordusunun sancaktarlığında, Mekke’nin fethi zamanında[62] ve Kabe’deki putların kırılmasında Peygamber Efendimize (s.a.a) yardımcı oldu.[63]
Tebük savaşı Hicri kameri 9. yılında yaşandı. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ilk olarak Hz. Ali’yi (a.s) Medine’de kendi halifesi olarak ve ailesini koruması için seçti. Bu savaş, Hz. Ali’nin (a.s) hazır bulunmadığı tek savaştı.[64] Münafıkların çıkarmış oldukları söylentilerden sonra Hz. Ali (a.s) kendisini orduya ulaştırdı ve Peygamber Efendimizi (s.a.a) Medine’de bıraktıklarından haberdar etti.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) cevabında buyurdu: “Acaba benim yanımda senin makamın, Harun’un Musa’ya olan makamı gibi olmasından mutlu değilmisin?”[65] Bu söz “Menzilet hadisi” olarak meşhurdur.[66] Hz. Ali (a.s) o yıl Peygamber Efendimiz (s.a.a) tarafından müşriklerin Mekke’deki toplanmalarında Beraat ayetini açıklamakla görevlendirildi[67] ve Hz. Ali (a.s) Kurban bayramı günü öğleden sonra bu ayeti açıkladı.[68] Peygamber Efendimiz (s.a.a), hicri kameri 9. yılın Zilhicce ayının 24’ünde[69] Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s) ile birlikte Necran Hiristiyanlarıyla Mubahele olayına gitti.[70]
Peygamber Efendimiz (s.a.a) İslam’a davet için Hz. Ali’yi (a.s) hicri kameri 10. yılında Yemen’e gönderdi.[71] Aynı yıl Peygamber Efendimiz (s.a.a) hacca gitti[72] ve Hz. Ali (a.s) kendisini Yemen’den Peygamber Efendimize (s.a.a) ulaştırarak Mekke’de onunla buluştu.[73]Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hac farizasından sonra “Gadir-i Hum olayı” olarak meşhur olan Gadir-i Hum bölgesinde Hz. Ali’yi (a.s) kendi halife ve vasisi olarak seçti.[74] O zaman, Hz. Ali (a.s) 33 yaşındaydı.
Hz. Peygamber’in (s.a.a) Rihletinden Sonra
Peygamber Efendimiz (s.a.a) hicri kameri 11. yılın Safer ayında dünyadan gitti. Şiaların inancına göre Hz. Ali (a.s) Peygamber Efendimizin rihletinden sonra, 34 yaşındayken İmamet’e ulaştı. Hz. Ali (a.s), Peygamber Efendimizin (s.a.a) kefenleme ve defin işleriyle meşgulken Sakife’de bir grup, Ebu Bekir’i hilafete seçtiler. Ebu Bekir’in hilafetinden sonra İmam Ali (a.s) ilk olarak biat etmekten sakındı ama sonunda ona biat etti. Şialar bu biatın mecburiyet üzerine olduğuna inanmaktadırlar. Şeyh Müfid, İmam Ali’nin (a.s) kesinlikle biat etmediğine inanmaktadır. Şia’nın inancına göre halifenin adamları biat almak için Hz. Fatıma’nın (s.a) yaralandığı ve çocuğunu düşürdüğü olayda Hz. Ali’nin (a.s) evine saldırdılar.
Ebu Bekir, bu günlerde Fedek’i gasbetti ve Hz. Ali (a.s) Hz. Fatıma’nın (s.a) hakkını aramasını destekledi. Hz. Fatıma (s.a), eve saldırılma olayında sonra hastalanarak yatağa düştü ve kısa bir süre sonra hicri kameri 11. yılında şehadete ulaştı.
Hicri kameri 13. yılında Ebu Bekir öldü ve onu vasiyeti gereğince Ömer b. Hattab halife oldu. Ömer, hicri kameri 14. yılın Muharrem ayında Sasaniler ile savaşmak için Medine’den ayrıldı ve “Serar” denilen topraklarda çadır kurdu. O, kendisi orduya komuta etmek için ayrıldığında Medine’de kendi yerine İmam Ali’yi bıraktı. Ama İmam Ali (a.s) gibi bazı sahabelerle meşveret ettikten sonra bu kararından vazgeçerek, Sa’d b. Ebi Vakkas’ı kendi yerine savaşa gönderdi. İbn-i Esir’e isnat edilen nakilde Muadihah şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) ikinci halifenin ilk yıllarından başka olan dönemde kadılık makamındaydı. Hicri kameri 16. (ya 17.) yılında Hz. Ali’nin (a.s) önerisi ve Ömer’in kabul etmesile Peygamber Efendimizin (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicreti İslam Tarihinin başlangıcı unvanıyla belirlendi.
Ömer, hicri kameri 17. yılında Beyt’ül Mukaddes’i fethetmek için Şam yoluna yöneldi ve İmam Ali’yi Medine’de kendi yerine bıraktı. Ömer, aynı yılda ısrar ve tehditten sonra İmam Ali’nin (a.s) kızı Ümmü Kulsum ve Fattma ile evlendi. Ömer’in hicri kameri 18. yıldaki Şam yolculuğunda Hz. Ali’nin (a.s) onun yerine bakması tekrarlandı. Ömer, kendisine süikast girişiminden sonra ve hicri kameri 23. yıldaki ölümünden önce, kendisinden sonra halifeyi tayin edecek, Hz. Ali’nin de (a.s) bulunduğu altı kişilik bir şura oluşturdu. Ömer, şurada belirleyici şahıs olarak Abdurrahman b. Avf’u belirledi. Abdurrahman ilk olarak, İmam Ali’den (a.s) Allah’ın kitabına, Peygamber Efendimizin (s.a.a) sünnetine ve Ebu Bekir ve Ömer’in ameline uyarak hilafet görevini üstlenmesini istedi. Ama İmam Ali (a.s) Şeyheyn’in (Ebu Bekir ve Ömer) amellerine uymayı kabul etmeyerek, şöyle dedi: “Kendi ilim, güç ve içtihadım doğrultusunda Allah’ın kitabına ve Allah Resul-ü’nün (s.a.a) sünnetine amel etmeği ümit ediyorum”. Daha sonra Abdurrahman söylenen şartları Osman b. Affan’dan istedi. Onun kabul etmesinden sonra, onun hilafet görevini üstlenmesini istedi.
Muadihah, “El-Muntezem” kitabında İbn-i Cevzi’den nakledilene dayanarak şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) hicri kameri 24. yılında yine kadılık görevini üstlenmişti. Osman, hicri kameri 25. yılında Kur’an’ın bir araya toplatılması ve yazımı emrini vermişti. Suyuti, İmam Ali’den (a.s) “Kur’an’ın bir araya toplatılması ve yazımı kendisiyle yapılan meşveretle olmuştur” şeklinde naklediyor. Hicri kameri 26. yılında İmam Ali’nin (a.s) beşinci oğlu olan Abbas b. Ali (a.s) dünyaya geldi. Hicri kameri 35. yılında Medine halkı Osman’dan razı olmamaları sonucu onun evini muhasara etmişlerdi. Hz. Ali (a.s) bu olaydan önce Medine’den çıkmıştı. Muadihah, bu Medine’den ayrılmayı Osman’ın istemesi olarak bilmektedir. Ehli Sünnet kaynaklarına göre İmam Ali (a.s) Haseneyn’i (a.s) (İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin (a.s)) halifeyi korumaları için bırakmıştı. Ama ayaklanmacılar sonunda Osman’ı öldürdüler. Osman’ın ölümünden sonra halk, halifeleri olması için İmam Ali’nin (a.s) yakasını tuttular.
Hükümet Dönemi
İmam Ali (a.s), Osman’ın öldürülmesinden sonra hicri kameri 35. Yılın Zilhicce ayında ve 58 yaşında hilafete ulaştı. Osman’ın yakınlarından bir grup ve “Kaidin” (tarafsız bir grup) denilen Peygamber Efendimizin (s.a.a) bazı yaranlarının dışında Medine’nin bütün sahabeleri İmam Ali’ye (a.s) biat ettiler.
İmam Ali (a.s) hilafetinin başlamasından iki gün sonra okuduğu ilk hutbesinde Osman’ın döneminde haksız yere tasarruf edilen Mal varlığının geri verilmesini isteyerek, Beyt’ül Mal’ın adil bir şekilde taksim edilmesini vurguladı.
Hicri kameri 36. yılda Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Evvam, İmam Ali (a.s) ile olan biatlarını bozarak, Mekke’de bulunan ve Osman’ın kanını isteyen Aişe’ye katılarak, sonra Basra’ya doğru hareket ettiler. Bu şekilde Cemel savaşı İmam Ali (a.s) ile Müslümanların ilk iç savaşı Nakisin (Biat bozanlar) arasında Basra yakınlarında meydana geldi. Bu savaşta Talha ve Zübeyr öldüler ve Aişe Medine’ye gönderildi.
İmam Ali (a.s) ilk olarak Basra’ya giderek, genel af fermanını çıkardı. Hicri kameri 36. yılın Recep ayında Kufe’ye giderek, orayı hilafetin merkezi olarak karar verdi. Bu yılda İmam Ali (a.s) Muaviye’yi biat etmesi için çağırdı ve Muaviye’nin biat etmekten çekinmesinden sonra, onun şam hükümetinden azledilmesi fermanını verdi.
İmam Ali (a.s) hicri kameri 36. yılın Şevval ayında ordusunu Şam’a doğru hareket ettirdi. Hicri kameri 36. yılın sonları ve 37. yılın başlarında Sıffın bölgesinde Sıffın savaşı meydana geldi. Taberi ve İbn-i Esir tarafında zikredilen Muadihah’ın inancına göre, hicri kameri 37. yılın Safer ayının hilafına, savaşın şiddetli zamanı hicri kameri 38. yıldaydı.
İmam Ali’nin (a.s) askerleri savaşta zafer kazanmak üzereyken, Muaviye’nin ordusundaki Amr b. As bir hile yaparak, Kur’an’ları mızrakların ucuna takıp, aralarında hüküm etmesini istedi. İmam Ali (a.s) kendi askerleri arasında ayaklananların baskılarından dolayı mecbur kalarak, hakemiyet olayını kabul etti ve onların baskıları sebebiyle Ebu Musa Eş’eri’yi hakem karar verdi. Ama Hakemiyet olayını kabul ettikten kısa bir süre sonra, ayaklananlar arasında İmam Ali’ye (a.s) yeni itirazlar şekillendi. Bir grup Kur’an’ın iki ayetine istiatla (Maide suresi: 44 ve Hucurat suresi: 9) Muaviye ile savaşa devam etmeği isteyip, Hakemiyeti küfür bilerek, bu olaydan dolayı tövbe ettiler.
Şaşılacak durum şurdaydı ki itiraz edenlerden bir grubu bir süre önce Hakemiyet olayı için İmam Ali’yi (a.s) zorlayan kimselerdi. Onlar İmam’dan (a.s) bu küfründen dolayı tövbe etmesini ve Muaviye ile koydukları şartları iptal etmesini istediler. Ama Ali b. Ebi Talib (a.s) Hakemiyeti iptal etmeyi kabul etmedi ve hakemlerin Kur’an’ın reyine göre hüküm etmemeleri durumunda Şam ile savaşa devam etme kararına devam etmeği açıkladı.
“Allah’ım! Senin kendin çok iyi biliyorsun ki bunların senin kitabınla işi yoktur. Sen biliyorsun bu Kur’an’a yabancı olan grubu, bu gösterinin ardında ne o hileler olduğunu. Sen bizimle onlar arasında hükmet et ki sen hekim olan Allah’sın; hükmün zülal olan hakikattir.” E’yan’uş-Şia.
Hakemiyet olayında, Ebu Musa Eş’eri Hakemiyetin sonucunu iki hükümdar olan Muaviye ve İmam Ali’nin (a.s) hilafet makamından alınması olarak açıkladı. Daha sonra Amr b. As hilafeti Muaviye’ye verdi. Hakemiyet olayından sonra İmam’ın (a.s) yaranlarından bir grup onunla muhalefet ederek, onu dinden çıkmış ve imanında şüpheli olarak saydılar. Bu arada haricilerin ilk çekirdeğini oluşturan bir grup, Hakemiyet olayını kabul etmeği küfür olarak bilmiş ve İmam’ın (a.s) ordusundan ayrılarak, Kufe yerine Herura tarafına gittiler.
Haricilerin itirazı, Sıffin savaşından altı ay sonraya kadar devam etti ve bu açıdan İmam Ali (a.s), Abdullah b. Abbas ve Sa’sa b. Suhan’ı görüşme için onların yanına gönderdi. Onlar topluma dönmek için bu iki kişinin isteklerine teslim olmadılar. Daha sonra İmam Ali (a.s) onlardan on iki kişiyi belirleyerek, kendileri de bu sayıyı ayırıp, onlarla konuşmalarını istedi. İmam Ali (a.s) Haricilerin ileri gelenlerine mektup yazarak, onları halkın arasına dönmeleri için davet etti. Ama Abdullah b. Veheb, Sıffın olayını hatırlatarak, İmam Ali’nin (a.s) dinden çıktığını ve tövbe etmesi gerektiğini hatırlattı. İmam (a.s) bundan sonra da defalarca Kays b. Sa’d ve Ebu Eyyüb Ensari gibi kimseler tarafından Haricileri kendisine doğru çağırarak, onlara aman verdi.
Ama Haricilerin teslim olmalarından ümitsiz olduktan sonra 14000 kişilik bir ordusunu onların karşısına çıkardı. İmam Ali (a.s) ordusuna savaşı başlatan olmamalarını vurguladı ve sonunda Nehrevanlılar savaşı başlattı. Nehrevan savaşın başlamasıyla hızlı bir şekilde Haricilerin hepsi öldü ya da yaralandı. Yaralılardan 400 kadarı ailelerine teslim edildi. Bunlara karşı İmam Ali’nin (a.s) ordusundan 10 kişiden azı ölmüştü. Haricilerin Nehrevan’da toplanmasından 10 kişi kaçmıştı ve onlardan biri de Abdurrahman b. Mulcem-i Muradi, İmam Ali’nin (a.s) katili idi. İbn-i Mülcem-i Muradi, Kufe camisinde hicri kameri 40. yılın Ramazan ayının 19’unda şafak vakti İmam Ali’yi (a.s) kılıç darbesiyle yaralamıştır. İmam Ali (a.s), iki gün sonra, aynı ayın 21’inde 63 yaşında şehadete ulaşmış ve gizlice defnedilmiştir.
Eşleri ve Çocukları
Hz. Fatıma’tuz-Zehra (s.a) ile Evliliği
Ana Madde: Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın Evliliği
Hz. Fatıma (s.a), İmam Ali’nin (a.s) ilk eşi ve Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) kızıdır. Hz. Ali’den (a.s) önce Ebu Bekir, Ömer İbn-i Hattap ve Abdurrahman b. Avf gibiler Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) kızıyla evlilik için hazır olduklarını bildirmişler, ancak Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Zehra’nın (s.a) nikâhı konusunda vahiy beklediğini ve onlara olumsuz cevap buyurmuştur. [75]
Bazı kaynaklar Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Fatıma (s.a) ile evliliğinin Hicretin ikinci yılında Zilhicce ayının başında[76], bazıları Şevval ayında ve bir grup ise, Muharrem ayının 21’inde olduğunu söylemiştir.[77] Hz. Ali (a.s) ve Hz. Zehra’nın (s.a) evliliklerinden: Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve doğumdan önce düşen Muhsin olmak üzere beş çocuk dünyaya gelmiştir.[78]
Diğer Eşleri
İmam Ali (a.s), Hz. Fatıma’nın (s.a) hayatta olduğu dönemde başka bir kadınla evlilik yapmamıştır. Ama Hz. Hz. Fatıma’nın şehadetinden sonra, Ebu’l As b. Rebi’in kızı Ümame gibi başka kadınlarla evlenmiştir.
Ebu’l As b. Rebi’nin kızı Ümame: Ümame’nin annesi, Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) kızı (yahut evlatlığı) Zeynep’tir.
Ümmü’l Benin: İmam Ali’nin (a.s) başka bir eşi, Hizam b. Darem Kilabiye’nin kızı Ümmü’l Benin’dir. Ümmü’l Benin’den olma Hz. Abbas (a.s), Osman, Cafer ve Abdullah adlı çocuklarının hepsi Kerbela’da şehit olmuşlardır.
Leyla ve Esma binti Umeys: Ümmü’l Benin’den sonra, Mesud b. Halid’in kızı Leyla ve Esma binti Umeys Has’ami ile evlenmiştir. Yahya ve Avn Hz. Ali’nin (a.s) bu eşinden olma çocuklarıdır.
Ümmü Habip: İmam Ali’nin (a.s) bir diğer eşi de Sahba diye bilinen Rebi’i Teğlibiye’nin kızı Ümmü Habip’tir.
Havle: Cafer b. Kays Hanefi’nin kızı Hule, Hz. Ali’nin (a.s) bir diğer eşidir. Muhammed b. Hanefiye adlı oğlu bu eşindendir.
Ümmü Said ve Muhayyat: Hz. Ali (a.s) ayrıca Urve b. Mesut Sakafi’nin kızı Ümmü Said ve Emri’l Kays b. Adiy Kelbi’nin kızı Muhayyat’la da evlenmiştir.
Çocukları
Şeyh Mufid, “İrşad” kitabında Hz. Ali’nin (a.s) çocuklarından 27’sinin adlarını zikretmekte ve “Muhsin” adında bir başka çocuğunun düşmesiyle İmam Ali’nin (a.s) çocuklarının sayısı 28’dir. İmam Ali’nin (a.s) çocukları annelerine dikkatle aşağıdaki çizelgede gelmiştir:
Hz. Fatıma (s.a) | Havle | Ümmü Habib | Ümmü’l-Benin | Leyla | Esma | Ümmü Said |
---|---|---|---|---|---|---|
1. Hasan | 6. Muhammed (Ebu’l-Kasım) | 7. Ömer | 9. Abbas | 13. Muhammed Askar | 15. Yahya | 16. Ümmü’l-Hasan |
2. Hüseyin | 8. Rukayye[79] | 10. Cafer | 14. Ubeydullah | 17. Remle | ||
3. Hz. Zeynep (s.a) | 11. Osman b. Ali b. Ebi Talib | |||||
4. Ümmü Gülsüm | 12. Abdullah | |||||
5. Muhsin |
Diğer eşlerinden olanlar: 18. Nefise, 19. Zeyneb-i Suğra, 20. Rukayye Suğra, 21. Ümmü Hani, 22. Ümmü’l Kiram, 23. Cemanet. Künyesi Ümmü Cafer’dir, 24. Ümame, 25. Ümmü Seleme, 26. Meymune, 27. Hatice, 28. Fatıma
Şeyh Mufid sonda adları geçenlerin annelerinin isimlerini belirtmemiş ve onlar hakkında çeşitli annelerden olma demiştir.[80]
Gazvelerde Hazır Bulunması
Ana Madde: Peygamberimizin Savaşları
İmam Ali (a.s), İslam’ın ilk yıllarında olan gazve ve seriyyelerde önemli bir role sahipti. Tebük gazvesi dışında Peygamber Efendimiz (s.a.a) ile birlikte bütün gazvelerde savaşmış ve birçok gazvede İslam ordusunun asıl sancaktarı olmuştu. O, yine Müslümanların çoğunluğunun kaçtığı savaşlarda Peygamber Efendimizin (s.a.a) yanında kalarak, savaşa devam etmiştir.
Bedir Savaşı
Ana Madde: Bedir Savaşı
Bedir Savaşı, Peygamber Efendimizin (s.a.a) komutanlığında Hicri kameri 2. yılın Ramazan ayının 17’si Cuma günü, Kureyş müşrikleri ile Müslümanlar arasında, Bedir kuyuları yanında yaşanan ilk savaştır.[81] Bu savaşta, Ebu Cehil, Utbe b. Rabie gibi Kureyş’in büyüklerinden bazıları öldürülmüştür.
İmam Ali (a.s) savaşın başında olan birebir savaşmada Velid b. Utbe b. Rebie ile savaşmış ve onu öldürmüştür. Bu savaşta Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) lanet ettiği Nufel b. Huveylid, İmam Ali’nin (a.s) elleriyle öldürülmüştür. Ayrıca bu savaşta Hanzala b. Ebi Sufyan, As b. Said gibi müşriklerden 20 kadarı da Hz. İmam Ali (a.s) tarafından öldürülmüştür.[82] Daha sonraları İmam Ali (a.s) Muaviye’ye göndermiş olduğu mektupta “Senin ceddin olan ciğer yiyen Hind’in babası Utbe, dayın olan Velid b. Utbe ve kardeşin Hanzala b. Ebu Sufyan’ı öldürdüğüm kılıç hala yanımdadır” diye yazmıştır.[83]
Uhud Savaşı
Ana Madde: Uhud Savaşı
Uhud Savaşında, müşriklerin savaşta zafer kazanmasından sonra Müslümanların birçoğu savaş meydanından kaçarak, Peygamber Efendimizi (s.a.a) yalnız bıraktılar. Hz. Ali (a.s) sınırlı sayıda olan askerlerle kaçmayarak, Peygamber Efendimizi (s.a.a) korudu. İmam Ali’nin (a.s) kendisi bu olayı şöyle naklediyor: “Muhacir ve Ensar evlerine doğru kaçıyorlardı ama ben bedenimde yetmiş tane yara almama rağmen Allah Resul-ü’nü (s.a.a) koruyordum”.
Şia ve Ehli Sünnet kaynaklarının nakline göre, İmam Ali’nin (a.s) fedakârlıkları neticesinde Cebrail (a.s) nazil olup, Hz. Ali’nin (a.s) özveri ve fedakârlığını Hz. Peygamber’in (s.a.a) yanında överek, şöyle dedi: “Bu, onun gösterdiği fedakârlığın nihayetidir.” Hz. Resulullah (s.a.a) da Cebrail’i tasdik ederek, şöyle buyurdu: “Ben Ali’denim, o da bendendir.” Sonra gökyüzünde bir ses şöyle yankılandı: “Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur.”[84]
Hendek (Ahzab) Savaşı
Ana Madde: Hendek Savaşı
Hz. Peygamber (s.a.a) Medine’nin savunması konusunda ashabıyla istişare ettiğinde, Selman-ı Farisi düşmanlar ile aralarında engel oluşturması için Medine çevresine hendek kazılması önerisinde bulundu. İki ordu kaç gün hendeğin iki tarafında karşı karşıya kaldılar ve bazen birbirlerine taş ve ok atıyorlardı. Sonunda müşriklerin ordusundan olan Amr b. Abduved birkaç kişiyle birlikte hendeğin en dar yerinden atlamayı başardı. Amr b. Abduved’in kaç defa kendisine rakip ve Müslümanların sessiz kalmasından sonra Hz. Ali (a.s) Amr ile savaşmak için Hz. Peygamber Efendimiz’den (s.a.a) istekte bulundu. Hz. Peygamber de (s.a.a) onun bu isteğini kabul etti. Hz. Ali (a.s) Amr ile savaşmaya başladıktan sonra onu yere sererek öldürdü. Bunun üzerine Allah Resul-ü şöyle buyurdu: “Ali’nin (a.s) Hendek günündeki kılıç darbesi, bütün insanların ve cinlerinibadetlerinden daha üstündür”. [Not 1]
Hayber Savaşı
Ana Madde: Hayber Savaşı
Hayber Savaşı, Hicretin 7. yılının Cemaziyülevvel ayında gerçekleşti. Hayber Yahudilerinin Hendek savaşında müşrikleri Müslümanlara karşı tahrik etmelerinden dolayı, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Yahudilerin kalelerine saldırı emri verdi. Ebu Bekir ve Ömer gibi kimseler Yahudilerin kalelerini fethedemeyince Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah ve Resul-ü onu sever, o da Allah ve Resul-ünü sever.” Sabah vakti Hz. Ali’yi (a.s) çağırarak, sancağı ona verdi. Şeyh Müfid’in naklettiğine gore Hz. Ali (a.s) meydana çıktı. Kale kapılarından birini yerinden sökerek, savaşın sonuna kadar onu kendisine kalkan olarak kullandı.
Mekke’nin Fethi
Ana Madde: Mekke’nin Fethi
Allah Resul-ü (s.a.a) Hicretin sekizinci yılında Ramazan ayının başlarında Mekke’yi fethetmek için Medine’den yola çıktı. Hz. Peygamber (s.a.a) başlangıçta Sa’d b. Ubade’nin elinde olan sancağı, intikam alma konulu konuşmalarından dolayı onun elinden alarak, Hz. Ali’ye (a.s) verdi. Mekke’nin fethinden sonra, Peygamber Efendimiz (s.a.a) Kabe’nin içindeki putları kırdı ve daha sonra Hz. Ali’ye (a.s) omzuna çıkarak, Hazai putunu Kâbe’nin üzerinden aşağı atması için emir verdi.
Huneyn Savaşı
Ana Madde: Huneyn Savaşı
Huneyn savaşı Hicretin sekizinci yılında meydana geldi ve Muhacirlerin sancağı İmam Ali’nin (a.s) elindeydi. Bu savaşta müşriklerin ansızın saldırmasından sonra, Müslümanlar kaçtılar ve sadece İmam Ali (a.s) ve birkaç kişi kalarak, Peygamber Efendimizi (s.a.a) korudular.
Tebük Savaşı
Ana Madde: Tebük Savaşı
Hz. Ali’nin (a.s) Hz. Peygamberin (s.a.a) yanında yer almayıp ve katılmadığı tek savaş Tebük Savaşıdır. Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) emri ile gıyabında münafıkların komplolarına karşı şehri korumak için Medine’de kalmıştır.
Hz. Ali’nin (a.s) Medine’de kalmasıyla münafıklar söylenti ve dedikodu çıkardılar. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) münafıkların söylentilerini boşa çıkarmak ve fitneyi önlemek için silahını kuşanıp, hızla şehrin dışında olan Peygamber Efendimizin (s.a.a) huzuruna giderek, çıkarılan dedikoduyu haber verdi. İşte burada Hz. Resulullah (s.a.a) “Menzilet Hadisi” diye meşhur olan hadisi buyurdu: “Kardeşim Ali Medine’ye geri dön. Zira ben ve senin dışında kimse orayı idare etmek için yeterli değildir. Oysa sen Ehlibeytim, evim ve kavmim içinde benim halifem ve temsilcimsin. Ey Ali! Senin bana olan menzilet ve konumun, Harun’un Musa’ya olan konumu gibi olmasından hoşnut değil misin? Ancak benden sonra peygamber olmayacaktır”.
Seriyyeler
1- Hicri kameri 6. Yılın Şaban ayında Ben-i Sadr kabilesine karşı koymak için Ali b. Ebi Talib’in (a.s) Fedek Seriyyesi[85] 2- Hicri kameri 9. Yılın Rebiulahir ayında Ben-i Tay kabilesine karşı koymak için Ali b. Ebi Talib’in (a.s ) Feles puthanesini yıkma seriyyesi,[86] 3- Hicri kameri 10.yılın Ramazan ayındaki Ali b. Ebi Talib’in (a.s) Yemen seriyyesi.[87]
Yemen’e Doğru Görevi
Hz. Muhammed (s.a.a) Mekke’nin fethi ve Huneyn savaşında zafere ulaştıktan sonra, hicri kameri 8. Yılda kendi davetinin yayılmasına çalıştı ve Muaz b. Cebel gibi kimseleri Yemen’e gönderdi. O bazı konuların halledilmesi için geri döndü. Daha sonra Peygamber (s.a.a) Halid b. Velid’i gönderdi.Ama o da işi ilerletemeyerek, altı ay kaldıktan sonra geri döndü. O zaman Allah Resulü (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) çağırarak, bir mektupla birlikte Yemen’e gönderdi. Hz. Ali (a.s) mektubu Yemen halkına okuyarak, onları Tevhid’e davet etti.Onun çalışmaları sonucunda Hemdan kabilesi müslüman oldu.Hz. Ali (a.s) onların müslüman oldukları haberini Hz.Peygamber’e (s.a.a) rapor etti.Hz. Peygamber (s.a.a) sevinerek, Hemdanlılara dua etti.[88] Başka raporlarda Hz. Ali’nin (a.s) Mezhec kabilesi ile yaptığı savaştan bahsedilmektedir.Söylene raporlara göre, Hz. Ali (a.s) onların topraklarına giderek, onları İslam’a davet etmiş ve Kabul etmedikleri için savaşa kalkmışlardır.Onlarla savaşmış ve onların kaçmalarından sonra yeniden İslam’a davet etmiştir.Savaş ganimetlerini toplayarak, Necran’ın sadakaları ile birlikte Hac mevsiminde Hz. Peygambere’e (s.a.a) vermiştir.[89] Hz. Peygamber (s.a.a) Yemen’de kadılık görevini de Hz. Ali’ye (a.s) vermiş ve başarılı olması için ona dua etmiştir. Tarih kaynakları, bu kadılık görevinde verilen kararların örneklerini sunmuşlardır.[90]
Gadir-i Hum
Ana Madde: Gadir-i Hum Olayı Hicri kameri 10.yılda İslam Peygamberi (s.a.a) hicretten sonra ilk olarak Temettü haccı yapma kararı almıştır. Bu karar müslümanlara ulaşınca birçokları Hz. Peygamber (s.a.a) ile birlikte Hac için yola düşmüşlerdir.Yemen’e Cihat için gitmiş olan Hz. Ali’ye (a.s) mektup yazarak, onu da hacca çağırdı. Haccın tamamlanmasından sonra herkesin ayrılarak kendi şehrine doğru gittiği Gadir-i Hum bölgesinde Allah-u Teala peygamberine durmalarını ve kendisine verilen emri iblağ ederek bildirmeleri emrini verdi.
“ | يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ | ” |
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.(Maide, 67)
Hz. Peygamber (s.a.a) öğle namazını cemaatle ikame ettikten sonra, hutbe okuyarak, Müslümanlara hitapla şöyle buyurdu: أَلَسْتُمْ تَعْلَمُونَ أَنِّی أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِینَ مِنْ أَنْفُسِهِمْ؟ “Acaba benim, müminlere kendi nefislerinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?”“Evet, biliyoruz” dediler. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a.a) İmam Ali’nin (a.s) elini kaldırarak, şöyle buyurdu: مَنْ كُنْتُ مَوْلَاهُ، فَعَلِيٌّ مَوْلَاهُ، اللَّهُمَّ وَالِ مَنْ وَالَاهُ، وَعَادِ مَنْ عَادَاهُ “Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım! Onu seveni sev ve ona düşman olana düşman ol.” Bazı kaynaklara göre, Hz. Peygamber (s.a.a) bazı ashabın sorduğu “Acaba bu Allah’ın ve Peygamberinin emri midir?” sorusunun cevabında, şöyle buyurmuştur: “Evet, bu Allah’ın ve O’nun Resulü’nün emridir. Bu hutbeden sonra, Ömer b. Hattab gibi bazı sahabeler İmam Ali’yi (a.s) tebrik ettiler. Şia müfessirleri ve bazı Ehli Sünnetten olanlar, “Bugün dininizi kâmil ettim,nimetimi size nimetimi tamamladım ve sizin için İslan dinini seçtim” şeklinde olan İkmal ayeti bu günde nazil olmuştur. İmam Ali (a.s) İslam Peygamberi’nin (s.a.a) rihlet etmesinden sonra, bazı durumlarda Gadir-i Hum olayını ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu konudaki sözlerine işaret ederek, kendi hakkaniyetini vurgulamaktadır. Şialar, Gadir hutbesinde olan alametlere ve yine kaynaklarda zikredilmiş olan Müslümanların zikirleri ve sözlerine dayanarak, Hz. Peygamber (s.a.a) Gadir-i Hum olayında İmam Ali’yi (a.s) Allah’ın emri ile kendi halifesi olarak atadığına inanmaktadırlar.
Sakife
Ana Madde: İslam Peygamberi (s.a.a) ve Sakife
İslam Peygamberi’nin (s.a.a) rihletinden sonra, Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber’in (s.a.a) vasiyeti üzerine ve Ben-i Haşim’in yardımlarıyla kefenleme ve defn işleriyle meşguldü.Ensar, Kureyş’in gazvelerde öldürülenlerin intikamını onlardan almak isteyeceği korkusu gibi delille ve yine şu delille ki Kureyş’in Hz. Peygamber’in (s.a.) tavsiyesiyle İmam Ali’nin halifeliği konusunda başka bir şeyi kabul etmeyeceklerini bildiklerinden,Ensar arasından Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesini seçmek için Sakife-i Ben-i Saide’de bir toplantı düzenlediler.
Ebu Bekir ve Ömer bu toplantıyı haber aldıklarında, Ebu Ubeyde Cerrah, Abdurrahman b. Avf ve Osman b. Avfan ile birlikte toplantı yerine gittiler. Onlar arasında meydane gelen ihtilaflardan sonra, sonunda Gadir-i Hum olayına dikkat etmeden Ebu Bekir’i halife ünvanıyla seçtiler.
İmam Ali (a.s) ile olan muhalefetlerin geçmişi
İmam Ali’nin (a.s) yaşam dönemi çalkantılı şartlarla İslam tarihinin genelinde oldukça hassas ve etkilidir. Özellikle onun hilafete ulaşmasından sonra Müslümanlar arasında oldukça fazla ihtilaflar meydana gelmiştir. Abdurrahim Kanavat, “İmam Ali (a.s) Danışnamesi” kitabında şu inançtadır ki Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s) alanında birçok ihtilafın kaynağı, Abdumenaf’ın çocukları arasında ve Kureyş’in içinde olankabile ve hanedan rakabetleridir. O, Abdumenaf’ın çocukları ve torunları arasında olan ihtilaflara işaretle Mekke’deki pozisyonları elde etmek için, Ben-i Haşim’in Ben-i Ümeyye karşısındaki zayıf konumundan Abdulmuttalip’ten sonra konuşmuş ve açıklamıştır ki İmam Ali’ye (a.s) hilafetinin başlamasından itibaren Ben-i Ümeyye’nin (Muaviye) baskıları, Abdulmuttalip hanedanı ile Herb (Muaviye’nin büyük babası) hanedanı arasında olan aile rakabetleri en yüksek dereceye ulaşmıştır. Ben-i Ümeyye bu yolda öyle bir yere ulaşmıştır ki Hz. Ali’nin (a.s) babası Ebu Talib’in imanını şüphe altına almıştır. Bu maskılar, 100 yıl sonraya kadar ve Abbasiler’in hükümetinin başlamasına kadar devam etmiştir. Kanavat’ın deyişine göre, bu baskılar Abbasiler döneminde de başka bir yöntemle devam etmiştir. Öyle ki Abbasilerin nesebi, Hz. Peygamber’in (s.a.a) amcası olan Abbas b. Abdulmuttalib’e ulaşmaktadır. O, ilk olarak Müslüman değildi ve hatta Bedir savaşında Hz. Peygamber’in (s.a.a) eliyle esir edilmiştir. Abbasiler, Alevilerin iftihar ve faziletleri karşısında aşağılanmış hissetmekteydiler. Bedir savaşı, İmam Ali’nin (a.s) zamanındaki bazı siyasi ve sözlü olan tartışmaların kaynağını oluşturan önemli gelişmelerden bilinmektedir. İmam Ali (a.s) Bedir savaşında müşriklerin öldürülmesinde en fazla paya sahipti. Öyle ki Vakidi, İmam Ali’nin (a.s) eliyle öldürülenleri 22 kişi, İbn-i Ebil Hadid 35 kişi (öldürülenlerin yarısı) ve Şeyh Müfid, 36 kişi olarak zikretmişlerdir. “Danışname-i Cihan-ı İslam” kitabında Hasan Tarimi, “Ebu Cehil” gibi Kureyş’in büyüklerinden 13 kişinin İmam Ali’nin (a.s) eliyle öldürüldüğüne inanmaktadır. Bu yenilgi ve tanınmış kişilerin öldürülmesi Kureyş müşrikleri için ağır bir yenilgi olduğundan onların itibar ve heybetine darbe vurmaktadır. Tarihi şahitler gereğince Kureyşliler Bedir gününden itibaren İmam Ali’ye (a.s) kin gütmeğe başladılar ve hatta Müslüman olduktan sonra şiirler okuyarak, Kureyş halkını Hz. Ali (a.s) ile savaşa ve ona ettikleri biatı kırmağa teşvik ediyorlardı. Hz. Peygamber’in (s.a.a) yaranlarından hiç kimseyi İmam Ali (a.s) kadar düman bilmemekteydiler. İmam Ali’nin (a.s) safında olan bazılarının ona karşı hasadetleri de Bedirden sonra ve bu hasadetlerin düşmanları kinleriyle aynı tarafta olması, sonraları Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesi ve Müslümanların geleceği konusunda etkili olduğu bilinmektedir. Seyyid Hasan Fatimi “Danışname-i İmam Ali (a.s)” kitabında Hz. Peygamber’in (s.a.a) İmam Ali’ye (a.s) olan ilgisini de Kureyş’in hasadet ve kin gütme sebeplerinden biri olarak bilmektedir. Fatimi’nin dediğine göre, Sakife olayı ve sonrasındaki gelişmeler, Ebu Bekir’in Hz. Peygamber’in halifesi olarak seçilmesi, Onun rihletinden önce de olduğu ve bir grubun Hz. Ali’yi (a.s) görevden almak için program yaptıklarını göstermektedir. Fatimi’nin inancına göre, münafıkların darbe alması ile İmam Ali’nin (a.s) kılıcından hesadet edenler bir taraftan ve Kureyş muhacirlerinin Medine Ensarından yedikleri darbe diğer taraftan, Ensar’ı Hz. Peygamber’in halifesini kendi aralarından seçmeğe itmiş ve Ebu Bekir ve diğer Medineli Kureyşlilerde bu fırsattan yararlanmışlardır. Oysaki Emir’ül Müminin Ali (a.s) Hz. Peygamber’i (s.a.a) kefenleme ve defin halindeydi.
İman Ali’nin (a.s) makamı
Hz. Peygamber (s.a.a): “Şüphesiz benim halife ve varisem ki borcumu ödeyen, vadelerimi gerçekleştiren, Ali b. Ebi Talib’tir.” İbn-i Hambel, Fezail-i Emir’ül Müminin Ali b. Ebi Talib (a.s), s.225. Sakife gününde İmam Ali (a.s) Ebu Bekir’e biat etmedi ve ondan sonra da asıl biat konusu ve yine biat zamanı hakkında tarihçiler arasında görüş ayrılığı vardır. Bazı kaynakların bildirdiğine göre, İmam Ali’nin (a.s) Ebu Bekir ile mülayim ama uzun ve açık olan bir münazeresi olmuş ve bunun sonucunda Ebu Bekir’i Sakife olayında yaptığı hile ile Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehlibeyt’inin (a.s) hakkını görmemezlikten gelmesi sebebiyle yermiştir. Ebu Bekir, Emir’ül Müminin Ali’nin (a.s) getirmiş olduğu delilleri kabul ederek, munkalip olmuş ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesi unvanıyla ona biat etme sınırına kadar gitmiştir. Ama sonunda bazı dostlarıyla istişare ettiğinde bu işten vazgeçmiştir. İmam Ali (a.s) değişik münasebetlerle ve birçok konuşmalarında Sakife olayına itiraz ederek, Hz. Peygamber’in (s.a.a) halifesi olarak kendi hakkını hatırlatmıştır. En meşhur hutbelerden olan Şıkşıkıye hutbesinde bu konuya değinmiştir. Bazı başka kaynaklara göre, İmam Ali (a.s) Sakife olayından sonra ve Hz. Zehra’nın (s.a) hayatta olduğu zaman, geceleri Hz. Peygamber’in (s.a.a) kızını bir bineğe bindirerek, Ensar’ın evlerine ve ortamlarına götürüp, yardım isteyerek, “Ey Peygamber’in kızı! Biz Ebu Bekir’e biat ettik. Eğer Ali daha önce gelmiş olsaydı, ondan geçmezdik” cevabını alıyordu. İmam Ali (a.s) cevap olarak “Acaba Peygamber’i defnetmeden hilafet konusunda tartışmaya mı girseydim?” diyordu. İmam Ali’nin (a.s) Allah Resulü’nün (s.a.a) halifesi konusunda kendi hakkını savunması sadece bu durumlarla sınırlı değildir. İmam Ali’nin (a.s) “halife” konusunda kendisinin hak olduğunu vurguladığı olaylardan biri de “Munaşede olayı” (Allah’a ant ve kasem verdirme) diye meşhurdur. Munaşede olayında, İmam Ali (a.s) Hz. Peygamber’in (s.a.a) sabesini, İmam Ali (a.s) konusunda Hz. Peygamber’den (s.a.a) işittiklerine şehadet vermeleri konusunda Allah’a ant verdirmiştir.Öyle ki Allame Emini, Şia ve Ehlisünnetin değişik kaynaklarından nakletmiştir ki hicri kameri 35. yılda Rehbe’de olan Munaşede olayında, yani İmam Ali’nin (a.s) hilafetinin başlarında açıkladılar ki İmam Ali (a.s) Allah Resulü’nün (s.a.a) sahabesinden, Gadir-i Hum günü İmam Ali’nin (a.s) halifeliği konusunda Hz. Peygamber’den (s.a.a) işittiklerine şehadet vermelerini istemiştir. Şia kaynakları, Ömer’in hilafetini belirleyen 6 kişilik şurada da başka bir munaşedeye değinmiştir. Bu munaşedenin haberlerinde İmam Ali (a.s) olay konusunda genellikle Hz. Peygamber’in (s.a.a) onun hak halife olmasıyla ilgili uzun başlıkları sıralayarak, şura üyelerinin onayladıkları “Acaba bunları Hz. Peygamber’den (s.a.a) işittiler mi yoksa işitmediler mi” diye onlarıAllah’a ant veriyor.
Üç Halife Dönemi
Ebu Bekir
Yirmi beş yıl süren üç halife döneminde, İmam Ali (a.s) yaklaşık olarak hükümet ve siyasi işlerden uzak durarak, sadece toplumsal ve ilmi hizmetlerle meşguldü. Örneğin,“Mushaf-ı İmam Ali (a.s)” diye meşhur olan Kur’an’ı bir araya topladı, değişik konularda üç halifeye danışmanlık yaptı. Fakir ve yetimlere infakta bulundu. Yaklaşık 1000 kölenin alınarak, azat edilmesinde bulundu.Çiftçilik, fidancılık, sondaj ve kanal açma çalışmaları yaptı.Medine’de Fetih camisini yaptı. Hz. Hamza’nın kabrinin yanında bir cami, Mikat’ta bir cami, ayrıca bina ve emlaklarının yıllık kazancının kırk bin dinarının vakfedilmesi yapmıştır. Devamında bu dönemde yapılan çok önemli çalışmalara değinicek.
Ebu Bekir’in hilafete başlamasıyla Ehlibeyt (a.s) için acı olaylar yaşandı. Örneğin Hz. Ali’nin (a.s) evine saldırı düzenlenmesi ve Ebu Bekir için biat alınması, Fedek’in gasp ve tasarruf edilmesi ve Hz. Fatıma’nın (s.a) şehadeti gibi.
Mecburi Biat
Hz. İmam Ali’nin (a.s) biat etmeye yanaşmaması ve Ebu Bekir’in hilafetine muhalefet eden bir grup sahabenin varlığı Ebu Bekir ve Ömer için ciddi risk ve tehlikeye dönüşmüştü. Bundan dolayı Ebu Bekir ve Ömer bu tehlikeye son verme kararı aldılar.Bunu Hz. Ali b. Ebi Talib’den (a.s) Ebu Bekir’e zorla biat alarak sonlandırmak istediler. Ebu Bekir, Kunfuz’u biat alması için Hz. İmam Ali’nin (a.s) evine kaç kere gönderdiyse de İmam Ali (a.s) kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer, Ebu Bekir’e “Kendin kalk ve Ali b. Ebi Talib’e gidelim” dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Ömer, Osman, Halit İbn-i Velid, Muğayre b. Şu’be, Ebu Ubeyde Cerrah ve Kunfuz, Hz. Ali’nin (a.s) evine gittiler.Bu grup evin kapısına varınca,Hz. Zehra’ya (s.a) hakaret ettikten sonra evin kapısını Hz. Zehra’ya (s.a) çarptırarak, kapı ve duvar arasında olduğu sırada Hz. Zehra’ya (s.a) kırbaç ile vurdular. İmam Ali’ye (a.s) de saldırarak, onu sürükleyerek evden Sakife’ye kadar götürdüler. İmam Ali’yi (a.s) Mescide götürdükten sonra, ondan Ebu Bekir’e biat etmesini istediler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Ben, hilafete sizden daha layığım ve size biat etmeyeceğim. Sizin bana biat etmeniz daha uygundur.Çünkü sizler Peygamber’e (s.a.a) yakın olduğunuz iddiasıyla hilafeti Ensar’dan aldınız ve şimdi onu bizden gasp ediyorsunuz”. Bu biatın zamanı konusunda tarihçiler arasında görüş ayrılığı vardır. Bir grubu Hz. Ali’nin (a.s) biatını Hz. Fatimet’üz-Zehra’nın (s.a) şehadetinden sonra, bazıları kırk gün sonra ve başka bir grup ise, 6 ay sonra bilmektedirler. Ama şeyh Müfid, İmam Ali b. Ebi Talip (a.s) Ebu Bekir’e hiçbir zaman biat etmediğine inanmaktadır.
Ebu Bekir’in hilafet zamanında İmam Ali’nin (a.s) tutumu
Ebubekir’in hilafet dönemi yaklaşık iki yıl sürmüştür. İmam Ali (a.s) bu dönemde bütün sıkıntı ve problemlere rağmen hilafet işlerinde kabul edildiği miktarda yardım ve yönlendirmede bulunmuştur. Ehlisünnet alimlerinin naklettiğine gore, Ebubekir önemli meselelerde İmam Ali’ye (a.s) danışırdı. İmam (a.s) nasıl uygun görürse, genelde öyle davranırdı.İmam Ali’nin (a.s) istişaresinden mahrum kalmamak için, İmam Ali’nin (a.s) diğer müslümanlarla medineden dışarı çıkmasına izin vermezdi. İmam Ali (a.s) her nekadar ona verilen makam ve memuriyeti kabul etmeyip çekinsede, İslam ve müslümanların maslahatı için halifeyle istişareden kaçınmazdı. Yakubi’nin bu konuyla alakalı nakline göre, Ebubekir zamanında fıkıh konularında en başta İmam Ali’ye (a.s) danışırlardı. Ebubekir zamanındaki savaş ve fetihler konusunda İmam (a.s) tarafsız kalır, enfazla yapsa müşavirlik yapardı.İmam (a.s) Ebubekir zamanındaki hiç bir savaşa katılmamıştır. Bazı tarihi nakillere göre, Ebubekir Şam’ın fethi konusunda Ashabın fikrine baş vurmuş, fakat aralarından İmam Ali’nin (a.s) görüşünü kabul etmiştir.
Ömer
Ebubekir, Osman’nın eliyle yazılan vasiyetinde müslümanlardan Ömer’i takip etmelerini istemiş ve bunu ilan etmiştir: “Ben, Ömer b. Hattab’ı sizler için hakim atadım. Onu dinleyin ve ona itaat edin.” İmam Ali (a.s) bu durumun karşısında sessizliğini korumuş ama yıllar sonra bu atamanın yanlış ve haksız olduğunu söylemiştir ve şu şekilde buyurmuşlardır: “Çok şaşkınlık verici ve hayret edici bir olaydır ki Ebubekir’in hayattayken müslümanlardan biatını üzerinden kaldırmasını isteyerek (beni bırakın, ben sizin en üstününüz değilim) ama hilafet zincirlerini ölümünden sonrası için başka birisine bağlıyor. Bu iki şahıs (Ebu Bekir ve Ömer) hilafet devesinin memelerini zorlukla sağdılar! Öyle bir durumdaki benim yerim bu şahıslara kıyasla, ben bir nehirim ki o nehirden bilgelik sel olup taşar ve hiç kimsenin yardımı da onu bilgelik kaleme ulaştıramaz… Ben cesurca bu zor durum karşısında uzun bir süre sabrettim.”
Ömer’in hilafet zamanında İmam Ali’nin (a.s) tutumu
Ömer’in hilafet dönemi on yıl sürmüştür ve İmam Ali (a.s) Ebubekir’in döneminde olduğu gibi, siyaset işlerinden uzak durmuş, herhangi bir makam ve memuriyeti kabul etmemiştir. Ama müşavir olarak Ömer’in yanında bulunmuş ve defalarca ona yönlendirmeleriyle yardımcı olmuştur. Tıpkı ehlisünnet tarihçilerinin nakillerine gore Ömer, İmam Ali (a.s) ile istişare etmeden bir iş yapmazdı. Zira İmam Ali’nin (a.s) üstün zekasına, dikkatine ve dindarlığına inancı vardı. İmam Ali’nin (a.s) bu dönemdeki fetihler karşısındaki duruşu, aynı Ebubekir’in zamanında olduğu gibi tarafsız kalmak ve sadece meşveret makamında yardımcı olmaktı. Ama bu dönemde fethlerin çoğalması ve daha geniş bir alana yayılması, İmam Ali’nin (a.s) bir önceki döneme nisbetle duruşu ve faliyetleri daha fazla göze batmaktaydı. Hiçbir tarihi kaynak yada hadiste İmam Ali’nin (a.s) fetihlere katıldığı nakledilmemiştir.Aynı şekilde hiç bir nakilde Ömer’in hükümet işlerinin en önemlisi olan fetihlerde İmam Ali (a.s) ile istişare etmemiş olduğu ve İmam Ali’nin (a.s) de görüş bildirmediği nakledilmemiştir. İmam Bakır’dan(a.s) gelen nakilde: Ömer’in hükümet işlerinin en önemlisi fetihlerdir ve İmam Ali ‘nin(a.s) görüşlerine göre hareket ederdi. Diğer taraftan İmam Ali’nin (a.s) ashap ve takipçileri Ömer’in dönemindeki fetihlerde önemli roller üstlenmişlerdir.
Osman
İmam Ali (a.s) altı kişilik Şura’da Ana Madde: Altı kişilik Şura Ömer b. Hattab, altı kişilik bir şurayı ölümünden önce hicri kameri 23.yılda, kendisinden sonra gelecek olan halifenin seçimi için oluşturmuştur. Bu şura, Osman b. Affan’ın halife olmasını sağlamıştır, Ömer bu şuranın herkes tarafından kabulünü ve muhalefet edenlerinde boynunun vurulması emrini vermiştir. İmam Ali (a.s) şuraya seçilenleri dikkate alarak, önceden Osman’ın halife seçileceğini bilmiştir. Şuraya katılanların isimleri, İmam Ali b.Ebi Talib (a.s), Osman b. Affan, Talha b. Ubeydullah, zübeyr b. Avam, Sad b. Ebi Vakkas ve Abdurrahman b.Avf’dır.
Osman’ın hilafet zamanında İmam Ali’nin (a.s) tutumu
İmam Ali (a.s) geçmiş dönemlerin aksine, hükümet işlerinde daha az bulunmuştur. Çok nadir olarak istişare makamında yardımları olmuştur.Bu sebepten dolayı, tarihi kaynaklardan İmam Ali’nin (a.s) Osman’ın hilafet dönemiyle alakalı yardımına dair ya da fetihler konusunda bir görüşü, yönlendirmesi elimize ulaşmamıştır.Önceki halifelere nisbetle bu farklılığın sebebini Osman’ın hilafet yöntemiyle önceki halifeler arasındaki yöntem farklılığı olarak değerlendirilebilinir. Osman açık bir şekilde Allah’ın cc. kitabıyla ve Peygamber’in (s.a.a) sünnetiyle muhalefete kalkışmış, ilahi sınırları kapatmış, beytülmala olan arzu ve eğilimi, adaletsizlik, yakınlarına ve emevi hanedanına hesapsız ve sınırsız bağışları, önemli hükümet yerlerine Ben-i Ümeyye ve Ben-i Ebi Muid’den atamalar yapması,sonunda Hz. Peygamber’in (s.a.a) ashabına kötülükler yaparak, sürgün edilmelerine sebep olması, İmam Ali’den (a.s) uzaklaşmasına sebep olmuştur. İmam Ali (a.s) Osman’ın yaptığı açıkça Kur’an’a ve Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetinemuhalefeti nedeniyle,önceki halifeler ile olan tutum ve davranışını Osman’a göstermemiştir.Bütün bunlara karşın, Huzeyfe b. Yeman, Salman-ı Farsi ve bir nakile göre Bera b. Azib gibi Emir’ül Müminin Ali’nin (a.s) ashabından bazı şahsiyetlerin Osman’ın zamanındaki fetihlerde bulunduğu tarihi kaynaklardan bildirilmiştir.
Osman’ın öldürülmesindeİmam Ali’nin (a.s) durumu
İslam tarihi kaynaklarından elimize ulaşan bilgilere gore, İmam Ali (a.s) Osman’ın öldürülmesine karşıydı.Bu katlin önüne geçebilmek için iki evladı olan İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’i (a.s) bir kaç kişiyle birlikte Osman’ın evini korumaları için görevlendirmiştir. Bazı kaynakların nakline göre o, Osman’ın ölüm haberini aldıktan sonra ağlamış ve onu korumakla görevli olanları kınayarak, “Bu işin bahane ve mazur götürmeyeceğini” söylemiştir. Seyyit Cafer Murtaza, İmam Ali’nin (a.s) Osman’ın yaptıklarına ciddi olarak muhalif olması, Osman tarafından İmam Hasan’ın (a.s) yardım önerisinin reddedilmesi gibi haberin aksine olan tarihi karine ve belirtilere dikkatle bu durumu uzak ve kabul edilemez olarak bilmiştir. O,İmam Ali’nin (a.s) Osman’ın katledilmesinden dolayı sevinmemesi ve rahatsız olmaması ve yine onun zalimlere karşı koyması ve mazlumlara yardım etmesindeki buyruğundaki istidlaliyle, Bakır Şerif Kurşi’nin “Hayat’ul İmam’ul Hasan (a.s)” adlı kitabındaki nakliyle şöyle diyor: “Olduğu farzedilen bu olay, Osman’ın öldürülmesine katılma nisbeti verilen Hasaneyn’den (a.s) töhmetin kaldırılması sebebiyledir”. Seyyid Murtaza, Hasaneynin (a.s) Emir’ül Müminin Ali (a.s) tarafından gönderilmesi şüphesinden sonra, onun sebebini hilafetten kenara bırakmak değil, taamüden katli önlemek ve onun ailesine su ve yiyecek ulaştırma olarak bilmektedir. Çünkü Osman uygun olmayan işleri sebebiyle hilafet makamından azledilmeği hak etmekteydi. Osman’ın öldürülmesinden önce de İmam Ali (a.s)defalarca arabuluculuk ederek, ona yardımları ulaştırmıştır.Örnek olarak göstericiler onu muhasara ettikleri zaman, onun suyunu kestiler.İmam Ali (a.s) ona su ve yiyecek ulaştırdı. Seyyid Cafer Murtaza beyan ediyor ki Emir’ül Müminin Ali (a.s)Osman’ın hilafetini şer’i bilmiyordu, yapılan bütün usulsüz işlerden haberdardı ve defalarca Osman’a nasihat etmişti, İmam Ali as.Osman’ın öldürülmesiyle muhalifti. Zira bu iş fırsatçılar için bahane olacak ve kan isteme bahanesiyle fitne çıkarılacaktı.Bu yüzden İmam Ali’nin (a.s) bütün çabası Osman’ın hilafetten indirilmesi için ayaklananların Osman’ın hilafetten çekilmesiyle yetinmelerini sağlamaktı.Bu durumda eğer Hasaneyni (a.s) göndermişse de kendilerine atılan töhmeti önlemek maksadıylaydı. O hazretten şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Allah’a andolsun ki onu o kadar savundum ki günahkar hesap olacağımdan korktum”.
Hükumet Dönemi
Hükümet Dönemi Ana Madde: İmam Ali’nin (a.s) hilafeti Hicri kameri 35.yıldaOsman öldürüldükten sonra, ashaptan bir grup İmam Ali’nin (a.s) yanına gelerek şöyle dediler: “Bizler hilafete senden daha layık kimseyi tanımıyoruz”. İmam Ali (a.s) ilk önce hilafeti kabul etmedi ve şöyle buyurdu: “Benim size vezir olmam emir olmamdan daha hayırlıdır.” Onlar dediler ki: “Sana biat etmek dışında bir şeyi kabul etmeyiz”. Bunun üzerine İmam (a.s) onlara biatin gizlice olmayacağını, camide olması gerektiğini söyledi. Birkaç kişi dışında Ensar’ın tümü Hz. Ali’ye (a.s) biat ettiler. Muhalefet edenler şunlardı: Hassan b. Sabit, Ka’b b. Malik, Meslemet b. Muhalled, Muhammed b. Mesleme ve Abdullah b. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Usame b. Zeyd gibi Osman’nın yaranlarından olan birkaç kaç kişi. İmam Ali’nin (a.s) halkın biatine neden yanaşmadığı sorusuna gelince, Nehc’ül Belağa’nın hutbelerinden birinde gelmiştir ki İmam Ali (a.s) rehberlik edebileceği ve kendi ölçü ve maneviyatını icra edeceği mevcut olan toplumun bildiğinden daha fesat bir halde olduğudur. Yöneticiler Ana Madde: İmam Ali’nin ashabının fihristi İmam Ali (a.s) biat işleminden sonra kendi valilerini İslam’ın değişik noktalarına gönderdi.Osman b. Hanif’i Basra’ya, Emaret b. Şehab’ı Kufe’ye, Ubeydullah b. Abbas’ı Yemen’e, Kays b. Sad b. Ubade’yi Mısır’a ve Sehl b. Hanif’i Şam’a gönderdi.Sehl b. Hanif, Şam yolunda Tebük’e ulaştı.Orada bir grup arasında tartışma yaşadı ve onu geri gönderdiler. Ubeydullah b. Abbas Yemen’e ulaştığında, Osman tarafından Yemen’in idare görevinde olan Ye’li b. Munye beytülmalda ne varsa hepsini alarak, Mekke’ye gitti. Kufe valise olan Emaret b. Şehab, Zebale’ye (Medine ve Kufe arasında bir yer) ulaştığında, Osman’ın kanının intikamını almak için yola düşen Talihet b. Huveylid onu gördü ve Kufe valise olarak geldiğini öğrenince şöyle dedi: “Ger dön. Halk, Emirlerinden başka kimseyi istemiyor.Eğer kabul etmezsen, boynunu vururum”.Bu sebeple geri döndü ve İmam Ali (a.s) bir sure sonra Malik Eşter’in tavsiyesi üzerine Ebu Musa Eş’eri’yi Kufe valise atadı.
Askeri Yapı
İmam Ali (a.s) orduyu, halkın sağlam sığınakları, yöneticilerin haysiyeti, dinin görkemi ve ülkenin emniyeti olarak görmekte, başarısını ise ülke ekonomisinin durumuna ve halkın vergilerine, devlet memurlarına, tüccarlara ve sanatkârlara bağlamaktadır. Onların varlığı ve güçleri ülkenin korunması için devletin genel yapısına bağlıdır.[91] Askerlerin seçimi hakkında şöyle buyurmaktadır: askerler şahsiyetli kişilerden, asil ailelerden ve tecrübelilerden seçilmelidir. Onlarla toplum lideri arasında sıkı ilişkiler olmalı ve mali olarak temin edilmelidirler.[92] İmam Ali (a.s) açısından halk, devletin en asli yedek savunma gücünü oluşturmaktadır. Eğer onlara destek verilmezse, devletin resmi askeri gücünün uzun soluklu bir savaşta dağılması ve devletin yıkılmasının peşi sıra gelmesi mümkündür. Nitekim şöyle buyurmaktadır: “Toplumun eşraf grubu, her zaman hükumete ağır yükümlülükler yüklemektedir, zira zor günlerde yardımları az, adaletin icrası konusunda herkesten daha rahatsız ve sorunlar karşısında daha az istikamet sahibidirler. Hâlbuki dinin sağlam sütunlarını, hareketli İslam toplumunu ve yedek savunma gücünü, genel halk kitlesi oluşturmaktadır.”[93]
Valiler
İmam Ali (a.s) hükumeti boyunca, şehirlere valiler atamış veya yerlerini değiştirmiştir. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir:
- Muhammed b. Ebu Huzeyfe Mısır valisi
- Kays b. Sa’d b. Ubade önce Mısır sonra Azerbaycan valisi
- Muhammed b. Ebu Bekir Mısır valisi
- Malik Eşter Nahei önce Nusaybin ve Sencar ve ardından Mısır valisi
- Abdullah b. Abbas Cemel Savaşından sonra Basra valisi
- Ebu Eyüp el-Ensari Medine valisi
- Ebu Musa Eş’eri, Osman tarafından Kufe valisi olarak atanmış daha sonra Malik Eşter’in önerisi ile İmam Ali (a.s) onu bir müddet görevde tutmuş, ama bir süre sonra hatalarından dolayı azletmiştir.
- Huriyet b. Raşit Ahvaz valisi
- Kumeyl ibn Ziyad Heyt valisi
- Muhannef b. Süleym İsfahan, Rey ve Hamedan valisi
- Süleyman b. Sured Cubbel valisi
- Osman bin Huneyf Basra valisi
- Ubeydullah b. Abbas Yemen valisi
Huzeyfe b. Yeman Osman tarafından Medain valisi olarak atanmış ve İmam Ali (a.s) de onu azletmemiştir. İmam Ali’nin (a.s) atadığı bazı valiler İmam Ali’nin (a.s) düşmanları tarafından öldürüldü. Örneğin: Malik Eşter, Muhammed b. Ebu Bekir, Abdullah b. Habbab Ert, Muhammed b. Ebu Huzeyfe, Ebu Hassan b. Hassan Bekri ve Halu b. Afv. Bazıları ise İmam’ın (a.s) zamanında ileri yaşlarından ötürü dünyadan göçmüşlerdir. Örneğin: Sehl b. Huneyf, Ebu Kutade ve Huzeyfe b. Yeman. Bir grup ise İmam Ali’nin (a.s) şehadetine kadar görevlerinin başında kalmışlardır. Örneğin: Kays b. Sa’d, Osman b. Huneyf, Kumeyl, Sa’d b. Mesut ve Süleyman b. Sured. Bazıları ise görevlerini ihmal ederek zaaf göstermişlerdir. Örneğin: Ubeydullah b. Abbas ve Said b. Nemran azarlanmış ve kınanmışlardır. Bazıları da ihanetlerinden dolayı İmam Ali (a.s) tarafından görevden alınarak azledilmişlerdir. Örneğin: Munzir b. Carud ve Ukbe b. Amr.[94]
Savaşlar
Cemel (Nakisin) Savaşı
Cemel Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Nakisin [Not 2][95] Arasında Hicrî otuz altı yılında Cemaziyülahir ayında gerçekleşti.[96]
Talha ve Zübeyr, ilk önceleri hilafete göz dikmişlerdi, ancak isteklerine kavuşamadılar ve İmam Ali (a.s) halife olunca, İmam (a.s) ile hilafeti paylaşma eğilimine girmişlerdir. O ikisi, İmam Ali’den (a.s) Basra ve Kufe valiliklerini onlara vermesini istemişler, ancak İmam (a.s) onlara bu iki yerin valiliklerini uygun görmemiştir.
Bundan dolayı, kendileri Osman’ın katili olarak bilinmelerine rağmen ve halk arasında Osman’ın öldürülmesinde Talha’dan daha açgözlü kimsenin bulunmamasının bilinmesine ragmen, kendi amaçlarına ulaşmak için Ayşe ile birlik oldular. Hâlbuki Ayşe’nin kendisi de Osman’ın evi kuşatıldığında bırakın Osman’a yardım etmeyi, Osman’a itiraz edenleri “hak talep edenler” olarak anmıştır. Ama buna rağmen Ayşe, halkın İmam Ali’ye (a.s) biat ettiğini duyunca, hemen Osman’ın zulümle öldürüldüğünü dile getirmiş ve Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istemiştir. Ayşe, önceden beri İmam Ali’ye (a.s) kin duymaktaydı.Bundan dolayı, Talha ve Zübeyr’le birlik oldu. Dolayısıyla bu grup üç bin kişilik bir ordu kurarak, Basra’ya doğru hareket etti.
Bu savaşta Ayşe bir erkek deveye binmişti ve bundan dolayı bu savaş, “Cemel (Deve) Savaşı” olarak adlandırılmıştır. İmam Ali (a.s) Basra’ya ulaşınca, biatlerini bozanlara nasihat etmeye koyulmuş ve bu şekilde yaşanabilecek bir savaşı önlemeye çalışmıştır.Ancak İmam’ın (a.s) bu girişimleri sonuç vermemiş ve karşı taraf İmam’ın (a.s) yarenlerinden birini öldürerek savaşı başlatmıştır. Zübeyr, savaş başlamadan önce İmam Ali’nin (a.s) Peygamber Efendimiz’in (a.s) Zübeyr’e hitaben buyurduğu bir hadisi kendisine hatırlatması üzerine ordudan ayrılmıştır.
Söylene hadis gereğince Peygamber Efendimiz (s.a.a) Zübeyr’e hitaben “Sen bir gün Ali ile savaşa tutuşacaksın” demiştir.Zübeyr sonunda Basra’nın dışında Amr b. Curmuz tarafından öldürülmüştür. Cemel ashabı, birkaç gün muharebeden sonra, çok sayıda ölü vererek yenilmiştir.Bu savaşta Talha öldürülmüş ve Ayşe ise savaş sonrası saygın bir şekilde Medine’ye gönderilmiştir.
Sıffin (Kasitin) Savaşı
Sıffin Savaşı, İmam Ali (a.s) ile Kasitin yani Muaviye ve ordusu[97] arasında Safer ayının Hicrî otuz yedinci yılında Şam’da Fırat yakınlarında “Sıffin” denen bir yerde gerçekleşmiştir. Bu savaş Hicrî otuz sekizinci yılı Ramazan ayında hakemlik olayı ile sona ermiştir.[98]
Osman muhasara altına alındığında Muaviye ona yardım edebileceği halde ona yardım etmemişti ve onu Şam’a götürerek işleri kendi lehine çevirmek istiyordu. Muaviye Osman öldürüldükten sonra Şamlıların gözünde Hz. Ali’yi (a.s) Osman’ın katili olarak tanıtmaya çalışıyordu. İmam Ali (a.s) işe koyulur koyulmaz Muaviye’ye mektup yazmış ve ondan kendisine biat etmesini istemiştir. Fakat Muaviye bahaneler üreterek ilk önce yanında dolaşan Osman’ın katillerini bana gönder ben onlara kısas uygulayayım, eğer böyle yaparsan sana biat ederim demiştir. İmam Ali (a.s) bu yazışmanın ve Muaviye’ye elçiler göndermesinin ardından Muaviye’nin kendisiyle savaşma niyetinde olduğunu anladı. Bunun üzerine ordusunu Şam’a doğru harekete geçirdi. Diğer taraftan ise Muaviye kendi ordusunu harekete geçirdi. Her iki ordu da Sıffin yakınlarında mevzi aldılar. İmam Ali (a.s) savaşın patlak vermemesi için mümkün olan her yola başvurdu. Dolayısıyla yeniden mektup yazışmaları yaşanmış, ancak bir sonuç alınamamıştır. Sonunda savaş Hicrî otuz altı yılında başladı.[99]
Eğer son saldırı gerçekleşmiş olsaydı İmam Ali’nin (a.s) ordusu savaşı kazanmış olacaktı. Ancak Muaviye, Amr b. As’la yaptığı görüşmelerin ardından hile yoluna başvurdu. Yanlarında bulunan Kur’anları mızrakların ucuna taktırarak Hz. Ali’nin (a.s) ordusunu Kur’an’ın hükmüne çağırmaları emrini verdi. Bu hile ve aldatmaca sonuç vermiş ve Hz. Ali’nin (a.s) ordusunda bulunan Kur’an karileri İmamın (a.s) yanına giderek: Bizler bu insanlarla savaşamayız, onların dediklerini kabul etmeliyiz, demişlerdi. Her ne kadar İmam Ali (a.s) bunun onların savaştan kaçmak için başvurdukları bir hile olduğunu söylese de fayda etmemiştir.[100]
İmam Ali (a.s), Muaviye’nin, her ne kadar Kur’an ehli olmadığını bilse de hakemliği kabul etmek zorunda olduğunu belirten bir mektup yazar.[101] Bir kişinin Şam ordusundan ve bir kişinin de Irak ordusundan oturarak Kur’an hükmüne göre bu konu hakkında görüş belirtmesi kararlaştırıldı. Şam ordusundan bu iş için Amr b. As görevlendirildi. Irak Ordusundan ise sonradan Havarici (Haricîleri) oluşturan Eş’as ve başka bir grup, Ebu Musa Eş’eri’yi önerdiler. Ancak İmam Ali (a.s) İbn Abbas veya Malik Eşter olması gerektiğini söyledi ama Eş’as ve taraftarları ise bunu kabul etmediler. Bahaneleri ise Malik Eşter’in savaşa eğilimli olduğu ve İbn Abbas’ın ise olmaması gerektiği yönündeydi. Çünkü bu gruba göre Amr b. As, Mısır’dan olduğu için karşı tarafın da Yemenli olması gerekiyordu![102] Sonunda Amr b. As, Ebu Musa Eş’eri’yi aldatarak, hakemlik olayını Muaviye’nin lehine sonuçlandırmıştır.[103]
Nehrevan (Marikin) Savaşı
Ana Madde: Nehrevan Savaşı
Sıffin’de gerçekleşen Hakemlik olayı, İmam Ali’nin (a.s) bazı yarenlerinin itiraz ve muhalefeti ile düşman tarafın lehine sonuçlanmıştır. Onlar “Neden Allah’ın işinde yargıda bulundun?” diye isyan etmişlerdir. Hâlbuki İmam Ali (a.s) bu işe başlangıçta muhalefet etmiş ve onların kendileri İmam Ali’yi (a.s) hakemliğe zorlamışlardı. Sonunda İmam Ali’yi (a.s) tekfir etmiş ve lanetlemişlerdir.[104]
Havaric (Hariciler) veya Marikin olarak adlandırılan bu grup, sonunda halkı öldürmeye başladılar. Babası Allah Resulünün (s.a.a) sahabesi olan Abdullah b. Habbab’ı öldürdüler ve gebe olan eşinin karnını deştiler.[105] Böylece, İmam Ali (a.s) onlarla savaşmak zorunda kaldı. İmam savaştan önce İbn Abbas’ı onlarla müzakere etmesi için gönderdi ancak bir yararı olmadı. Nihayet kendisi aralarına giderek onlarla konuştu. Birçokları hatasını anlayarak pişman oldu ve diğerleri kendi düşüncelerinde baki kaldılar. Sonunda savaş başladı ve Haricîlerden dokuz kişi geride kaldı, İmamın (a.s) yarenlerinden ise yedi veya dokuz kişi öldürüldü.[106]
Şehadeti
Nehrevan Savaşından sonra, İmam Ali (a.s) Irak halkını yeniden Şam’a karşı savaşması için hazırlamaya başladı, ancak az bir grup dışında kendisine katılan olmadı. Öte yandan Irak’ın durumundan ve Iraklıların iradesizliğinden haberdar olan Muaviye, İmam’ın egemenliği altında bulunan Arap yarım adasına ve hatta Irak’ın çeşitli yerlerine saldırarak onların gücünü zayıflatmaya ve Irak yolunu açmaya koyuldu.[107] İmam Ali (a.s) Sıffin’e gitmek için ordusunun hazırlanmaya koyulduğu zaman, hicri kırkıncı yılında Ramazan ayının on dokuzunda sabaha doğru Abdurrahman İbn Mülcem Muradi tarafından namaz kıldığı sırada saldırıya uğrayarak yaralandı ve Ramazan ayının yirmi birinde şehit oldu. İmam Ali (a.s), Muaviye ve Amr b. As’ın öldürülmesi için Haricîlerden üç kişinin iş birliği yaptığı ve Kuttam adlı bir kadının da bu işte rolü olduğu kaynaklarda geçmiştir.[108] Emirilmüminin Hz. Ali’nin (a.s) çocukları İmam Hasan, İmam Hüseyin ve Muhammed b. Hanifiyye, Abdullah İbn Cafer’le birlikte gece vakti Gariyin (Şimdiki Necef) denen yerde İmam’ı toprağa verdiler ve kabri gizlediler.[109] Çünkü Emeviler ve Hariciler eğer Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini bilecek olsaydılar naaşını kabirden çıkarıp saygısızlık yapabilirlerdi.[110]
Vasiyetleri
İmam Ali’nin (a.s) çocuklarına gusül, kefen, namaz ve tedfin işlerinin nasıl olması gerektiğine dair nasihatler ettiği rivayet edilmiştir.[111] İmam (a.s) çocuklarına defnedildiği yerin gizli kalmasını vasiyet etmiştir.[112] İbn Mülcem tarafından başından aldığı darbenin ardından oğulları İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e (a.s) şöyle nasihatte bulunmuştur:“Allah’tan korkmanızı, dünya sizi istese bile onu istememenizi vasiyet ederim. Ona ait bir şeye ulaşamadığınız veya kaybettiğiniz için üzülmeyin. Hakkı söyleyin; ahiret ecri için çalışın. Zalime düşman, mazluma yardımcı olun.
Siz ikinize, bütün evlatlarıma, ehlime ve bu vasiyetin ulaştığı kimselere Allah’tan korkmayı, işlerinizde intizamlı olmayı, birbirinize iyilikle davranmayı, insanlarla barışık yaşamayı vasiyet ederim. Ben dedeniz Resulullah’tan (s.a.a) şöyle duydum: “Birbiriyle barışık yaşamak bir yıllık namaz ve oruçtan daha faziletlidir.” Allah için, Allah için yetimlerin hakkını gözetin, onları bir aç bir tok bırakarak nezdinizde zayi etmeyin. Allah için, Allah için komşularınızın hakkına riayet edin. Onlar, size Nebi’nizin vasiyetidirler. O, komşular hakkında öylesine tavsiyelerde bulunurdu ki biz mirasa da dâhil olacaklar sandık. Allah için, Allah için Kur’an’a uyun; onunla amel etmede ve onun hükümlerine uymada başkası sizden önde olmasın. Allah için, Allah için namaza dikkat edin; çünkü namaz, dininizin direğidir.
Allah için, Allah için, Rabbinizin evi Kâbe’ye dikkat edin, var olduğunuz müddetçe orayı boş bırakmayın, eğer orayı terk edecek olursanız ve saygınlığını korumazsanız azap hususunda sizlere fırsat dahi verilmez. Allah için, Allah için mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle Allah yolunda cihat edin. Size düşen görev, karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmak, karşılıklı olarak hediyeler vermektir. Sırt çevirip gitmekten ve birbirinize dargın durmaktan sakının, iyiliği emredip kötülükten men etmeyi terk etmeyin. Aksini yaptığınız takdirde başınıza en kötüleriniz geçer ve sonra ne kadar çağırsanız da artık sizlere icabet edilmez. Ey Abdulmuttalip oğulları! “Müminlerin Emiri katledildi” diyerek Müslümanların kanını akıtmaktan, öç almaya kalkışmaktan sakının. Sakın, benim için katilimden başkasını öldürmeyin. Biraz bekleyin bakın; şayet onun darbesinden ölürsem, darbesine karşı kendisine bir darbe vurun, organlarını kesmeyin. Ben Resulullah’ın (s.a.a) şöyle dediğini işittim: “Öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa, ölünün bedenini kesmeyin.”[113]
Mezar-ı Şerifleri
İmam Ali (a.s) hicri kameri 40.yılda şehadete ulaştı ve vasiyeti gereğince gizlice defn edildi. İmam Ali’nin (a.s) kabrinin gizli kalması yaklaşık olarak bir asır devam etti. Hz. Ali’nin (a.s) kabrinin gizli kalması için vasiyet etmesinin nedeni, Havariç ve Münafıkların naaşını kabirden çıkararak ona saygısızlıkta bulunacaklarından çekiniyor olmasından dolayıdır.[114] Emevilerin güç olarak zayıflamasından sonra, o hazretin kabr-i şeriflerinin gizli kalma sebebi ortadan kalmış oldu ve onun kabrinin bulunduğu yerin açıklanması için ortam oluştu. İmam Ali’nin (a.s) kabrinin yerini yalnızca çocukları ve has yarenleri bilmekteydi. İmam Cafer Sadık (a.s) Abbasi halifelerinden Mansur’un zamanında hicrî 135. Yılda ilk kez Hz. Ali’nin (a.s) kabri şeriflerinin yerini açıklayarak Necef’teki kabrin yerini göstermiştir.[115]
Faziletleri
Kâbe’de Doğum
Ana Madde: Kâbe’de doğan Allame Emini’nin naklettiğine göre, 16 Ehlisünnet kaynağı, 50 Şia kaynağı ve hicri kameri ikinci asır ve sonrasının 41 şairi İmam Ali’nin (a.s) Kâbe’de dünyaya geldiğine değinmişlerdir. Yine Allame Meclisi genellikle Şia olan 18 kaynaktan, İmam Ali’nin (a.s) Kâbe’de dünyaya geldiğini zikretmiştir. Bu esas gereğince İmam Ali’nin (a.s) annesi Fatime binti Esed, Kâbe’nin yanında Allah’tan rahat bir şekilde çocuğunu doğurmasını istedi. Daha sonra Kâbe’nin duvarı yarıldı ve Fatime binti Esed Kâbe’nin içine gitti. Kâbe’de üç gün kaldıktan sonra dördüncü gün çocuğu İmam Ali (a.s) kucağında Kâbe’den dışarı çıktı.
İlk Müslüman
Ana Madde: İlk Müslüman Şia inancı esası ve bazı Ehlisünnet âlimlerine göre, İmam Ali’nin (a.s) Hz. Peygamber’e (s.a.a) iman getiren ilk kişiydi. Bazı Şia rivayetlerine göre, İslam Peygamberi (s.a.a) İmam Ali’yi (a.s) ilk müslüman, ilk mümin ve onaylamış olduğu ilk şahıs olarak tanıtmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü havuz (Kevser) başında benimle ilk görüşecek olanınız İslam’da da en önde olanınız olan Ali olacaktır.”[116] Yine Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Fatıma (s.a) hakkında şöyle buyurmuştur: “Acaba seni ümmetim arasında herkesten önce İslam’ı kabul eden, onların en bilgili ve en sabırlı olanı ile evlendirmeme razı olmaz mısın?”[117] Şeyh Tusi, İmam Rıza’dan (a.s) şöyle bir rivayet nakletmiştir ki İmam Ali’yi (a.s) İslam Peygamberine (s.a.a) ilk iman getiren olarak tanıtmıştır. Allame Meclisi, iman getirenlerin sıralamasını şöyle zikretmiştir: İlk olarak İmam Ali (a.s), sonra Hz. Hatice (s.a) ve daha sonra Cafer b. Ebi Talib iman getirmişlerdir. Bazı araştırmacılar, Şia’nin icmasını İmam Ali’nin (a.s) ilk Müslüman olmasında bilmişlerdir. Bu durumla Taberi, Zehebi gibi ve bazı diğer Ehlisünnet tarihçileri de İmam Ali’nin (a.s) ilk Müslüman olduğuna dair nakiller getirmişlerdir.Meşhur olan görüşe göre, İmam Ali (a.s) o zaman 10 yaşındaydı.Bazı kaynaklarda İmam Ali’nin (a.s) iman getirdiğinde 12 yaşında olduğu zikredilmiştir.Çünkü şehadet zamanı 65 yaşında olduğu bilinmiştir.
Yevm’ud-Dar Hadisi
İslam Peygamberi (s.a.a) Mekke’de üç yıl gizlice davetini yürüttü ve üç yıldan sonra Allah-u Teâla tarafından davetini açık olarak yapması için görevlendi. İslam tarihi kaynaklarının ve Kur’an tefsirlerinin naklettiğine göre, Bi’setin 3. yılında İnzar ayetinin nazil olmasıyla Peygamber Efendimiz (s.a.a) İmam Ali’ye (a.s) yemek hazırlamasını ve İslam’a davet etmesi için Abdulmuttalib’in çocuklarını yemeğe davet etmesini buyurdu. Ebu Talib, Hamza, Ebu Leheb gibi yaklaşık 40 kişilik misafir geldi. Hz. Peygamber (s.a.a) yemek yenilmesinden sonra şöyle buyurdu: “Ey Abdulmuttalib’in çocukları! Allah’a andolsun ki Araplar arasında benim size getirdiğimden daha iyisini getiren bir genç yoktur ki kavmine getirmiş olsun. Ben sizin için dünya ve ahiretteki hayrınız olanı getirmişim. Allah, bana sizi O’na doğru çağımam için emir buyurdu. Şimdi sizin hanginiz bana yardım ederse, sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olacaktır.” Kimse cevap vermedi. Herkesten küçük ve 13 ya 14 yaşında olan İmam Ali (a.s) şöyle dedi: “Ey Allah’ın Peygamberi! Ben sana yardım edeceğim.” Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Bu, sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir. Onun sözünü işitiniz ve ona itaat ediniz.”
Leyletü’l Mebit
Kureyş’in, Müslümanlara işkence ve eziyet etmesinin ardından, Hz. Peygamber (s.a.a) Müslümanlara Medine’ye hicret etme emrini verdi. Hazretin yarenleri de birkaç aşamada Medine’ye doğru harekete geçtiler.[118]
Kureyşlilerin Daru’n Nedve’de [Not 3] yaptıkları toplantıda bir çok görüş ileri sürüldü. Alınan karara göre her kabileden genç ve cesur birisi Allah Resulünü (s.a.a) kendi evinde öldürmesi için görevlendirildi. Cebrail (a.s) Peygamber Efendimiz’e (s.a.a) nazil olarak Kureyş’in planını deşifre etmiş ve o geceyi kendi yatağında yatmaması ve hicret etmesi emrini iletmiştir. Hz. Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) düşmanın komplosunu anlatarak onun kendi yatağına yatmasını ister.[119] Müfessirler bu ayetin nüzul sebebini Hz. Ali (a.s) ve “Leyletu’l Mebit” hakkında olduğu görüşündedirler.[120]
“ | وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرٖى نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ | ” |
İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah’ın rızasını almak için kendini feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.(Bakara suresi, 207)
Hz. Muhammed’in (s.a.a) hicret ettiği ve Hz. Ali’nin (a.s) O’nun yatağına yattığı gece “Leyletü’l Mebit” olarak adlandırılır.
Allah Resulünün Kardeşi
Hz. Peygamber (s.a.a) Medine’ye girdikten sonra önce Muhacirler arasında, daha sonra Muhacir ve Ensar arasında kardeşlik akdi kıydı. Her ikisinde de Hz. Ali’ye : “Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin,” diyerek aralarında kardeşlik akdi kıydı.[121]
Reddu’ş Şems
Hicrî yedinci yılda gün</nowiki>lerden bir gün Hz. Peygamber’le (s.a.a) Hz. Ali (a.s) öğlen namazını kıldılar ve Hz. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) bir iş için görevlendirdi, ama Hz. Ali ikindi namazını kılmamıştı. Hz. Ali (a.s) geri dönünce, Peygamber Efendimiz başını Hz. Ali’nin (a.s) kucağına koyarak uyudu. Bu sırada güneş batmıştı. Hz. Peygamber (s.a.a) uykudan uyanınca “Allah’ım! Senin kulun Ali, kendisini Peygamberi için korudu, güneşi onun için geri döndür.” diye dua etti. Bu sırada güneş geri döndü. Hz. Ali (a.s) kalkarak abdest aldı ve ikindi namazını kıldı.Sonra güneş yeniden battı.[122]
Beraat Suresinin İblağ Edilmesi
Tövbe suresinin ilk ayetleri ‘Müşriklerin tevhit inancına inanmaları ve Müslümanların zümresine katılmaları, ancak inat etmeleri durumunda savaşa hazırlıklı olmaları ve her nerede tutuklanırlarsa öldürüleceklerini bilmeleri gerektiğine dair kendilerine dört ay süre tanınması’ hakkında indiğinde Hz. Peygamber (s.a.a) hac merasimine katılma düşüncesinde değildi. Bundan dolayı ilahî emir gereği: ‘Bu emri Peygamberin kendisi veya ondan olan birisi insanlara ulaştırmalı ve bu iki kişi dışında kimsenin bu iş için salahiyetinin olmadığı’ belirtilince,[123] Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) Hz. Ali’yi (a.s) çağırarak ondan Mekke’ye gitmesini ve Mina’da Kurban Bayramı günü Beraat suresini Müşriklere tebliğ ederek ulaştırmasını istedi.[124]
Hak Hadisi
Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“ | عَلی مَعَ الحقِّ و الحقُّ مَعَ عَلی | ” |
Ali hak ile hak da Ali iledir.[125]
Seddul Ebvab
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’nin (a.s) kapısı dışında Mescid-i Nebi’ye bakan tüm kapıların kapatılmasını emretti. Bunun nedenini sorduklarında Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben Ali’nin kapısı dışında tüm kapıların kapatılması için görevlendirildim, ama bu konuda tartışmalar yaşandı. Allah’a andolsun ki hiçbir kapıyı kapatıp, açmadım, ancak bu iş için görevlendirilmiş ve ona itaat etmişimdir.”[126]
Kur’an’ın Bir Araya Toplanması
Ana Madde: Kur’an ve İmam Ali’nin (a.s) mushafı Şia ve Ehlisünnet alimleri iddia ediyorlar ki İmam Ali (a.s), Peygamber Efendimizin (s.a.a) rihletinden sonra, onun tavsiyesiyle Kur’an’ın tedvin edilmesini başlatandı. Bu sebepten bir rivayette gelmiştir ki İmam Ali (a.s) Kur’an’ı bir araya toplamadan omzuna abasını almayacağına ant içmiştir. Yine şöyle gelmiştir: İmam Ali (a.s), Allah Resulü’nün (s.a.a) rihletinden sonra Kur’an’ı 6 ayda bir araya topladı. Kur’an’ı ilk olarak tedvin eden kimse İmam Ali (a.s) idi.
İslam tarihinin başlangıcı
İmam Ali’nin (a.s) önerisiyle Ömer, Peygamber Efendimizin (s.a.a) Mekke’den Medine’ye hicret tarihini, Müslümanların başlangıç tarihi olarak karar verdi.
Kur’an’da İmam Ali’nin (a.s) faziletleri
İmam Ali’nin (a.s) fazilet ve menkıbeleri için nazil olan ayet sayısı oldukça fazladır. Hatta İbn Abbas’tan nakledildiğine göre üç yüzün üzerinde ayet İmamın fazileti hakkındadır.[127] Burada bu ayetlerden bazılarını zikredeceğiz:
Mübahale Ayeti
“ | فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَاءَنَا وَاَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا واَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِبٖينَ | ” |
De ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söyleyenlerin üstüne kılalım. (Al-i İmran suresi, 61)
Hicrî onuncu yılında Mübahele günü, Allah’ın yalancılara azap etmesi için Müslümanlarla Necran Hristiyanları arasında lanetleşme yapılması kararlaştırıldı. Bu amaçla, Peygamber Efendimiz (s.a.a), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i (a.s) kendisiyle beraber sahraya götürdü. Hristiyanlar Peygamber’in (s.a.a) kendisinden çok emin bir şekilde yalnızca en yakınlarını kendisiyle getirdiğini görünce, korkarak cizye ödemeyi kabul ettiler.[128]
Tathir Ayeti
“ | اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيرًا | ” |
Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ahzab suresi, 33)
Şia ulemalarına göre, bu ayet Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) eşi Ümmü Seleme’nin evinde nazil olmuş ve nüzul anında orada Peygamberimizin (s.a.a) yanı sıra Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (s.a), Hz. Hasan (s.a) ve Hz. Hüseyin (s.a) de bulunmaktaydı. Tathir ayeti nazil olduktan sonra Hz. Muhammed (s.a.a) oturduğu bir parçayı (kisa) alarak “Kisa (Aba) kendisinin, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in üzerine örttü. Sonra ellerini göğe doğru kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım! Benim Ehlibeytim bu dört kişidir, bunları her türlü kir ve kötülükten temizle.”[129]
Meveddet Ayeti
“ | قُلْ لَا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى | ” |
De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden yakın akrabalarımı/Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum. (Şura suresi, 23)
İbn Abbas şöyle diyor: Bu ayet nazil olduğunda Allah Resulüne (s.a.a) şöyle arz ettim: Meveddet ve sevgisi farz olanlar kimlerdir? Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin.” Ve bu cümleyi üç kere tekrar etti.[130]
Diğer faziletler
Bilimlerinin Kaynağı
İbn Ebi’l Hadid, Hicrî yedinci yüzyıl mutezili Ehli Sünnet âlimlerindendir. Nehcü’l Belağa’ya yazdığı açıklamanın mukaddimesinde şöyle yazmaktadır: Düşmanlarının faziletlerini itiraf ettiği ve faziletlerini inkâr edemeyip, gizleyemedikleri kişi hakkında ne diyebilirim ki? Herkes Emevilerin, İslam ülkelerinin doğusundan batısına kadar ellerinin her yere ulaştığını biliyor, onlar her hile ve desise ile O’nun azamet nurunu söndürmeye çalışmış, O’nu kötüleyen ve kınayan çok sayıda hadisler uydurmuş, tüm minberlerde O’na lanet okutmuş, O’nu övenleri tehdit etmek bir yana hapislere atarak öldürmüşler. O’nun faziletini anlatan yahut adını yücelten hadis ve rivayetleri hatta insanların çocuklarına Ali adını koymalarını bile yasaklamışlardı. Ama tüm bunların etki etmemesi bir yana O’nun adı daha da yücelmiş ve daha da üstün olmuştur. O, misk gibiydi, her ne kadar çok örtülürse atmosfere daha çok güzel koku yaymaktadır.[131] [Not 4]
İbn Ebu’l Hadid sözünün devamında şunları yazmaktadır: Her faziletin başlangıç dizesi ve her insanlık imtiyazının kaynağı olan kişi hakkında ne diyebilirim ki? Her fırka ve grup kendisini Hz. Ali’ye (s.a) bağlamakta ve Onunla olan bağlantısıyla övünmektedir. O, tüm imtiyaz ve seçkilerin başlangıç kaynağı idi. Bu meydanda kimse O’nu geçememiş ve O bu mücadelenin öncüsü olmuştur.[132]
Kelam İlmi
İbn Ebi’l Hadid şöyle demektedir: İlahiyat ilmi ve Allah Teâlâ’nın sıfatlarını tanımak ilimlerin eşrefi ve en üstünüdür. Bu ilmin detaylı açıklaması Hz. Ali (a.s) ile başlamıştır. Bu ilimde görüş sahipleri olanlar, O’nun öğrencileridir. Tevhit ve Adl ehli olan Mutezile, onun öğrencileri ve ashabıdırlar. Zira onların öncüleri olan Vasıl b. Ata, Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. Hanefiyye’nin öğrencisidir. Ebu Haşim ise babasının öğrencisidir, babası da İmam Ali’nin (a.s) öğrencidir.[133]
Eş’ariler de Hz. Ali’de (a.s) sonlanmaktadırlar. Şöyle ki bu fırkanın kurucusu Ebu’l Hasan Ali b. (İsmail b.) Ebu Beşer Eş’ari’dir. O, Ebu Ali Cubbai’nin öğrencisidir ve o da Mutezilenin üstatlarından birisidir. Dolayısıyla Eş’arilik de nihayetinde Mutezilenin üstadına dayanmaktadır ve O, İmam Ali’dir (a.s).[134] İmamiye ve Zeydiye’nin de Hz. Ali’ye (a.s) mensup oldukları açıktır ve açıklanmaya ihtiyaç duymamaktadır.[135]
Fıkıh İlmi
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) fıkıh ilminin temel ve esasıdır. İslam’daki her fakih onun sofrasından yararlanmaktadır. Şia fıkhının ona istinadı açıktır ve açıklamaya hacet yoktur. Ebu Yusuf, Muhammed gibiler Ebu Hanife’nin yârenleridirler ve fıkhı Ebu Hanife’den öğrenmişlerdir. Ahmed b. Hambel, Şafii’nin öğrencisidir ve O da Ebu Hanife’den fıkhı öğrenmiştir ve Ebu Hanife de İmam Cafer Sadık’ın (a.s) öğrencisidir. Ve O da babası İmam Muhammed Bakır (a.s) ve O da babaları vasıtasıyla İmam Ali’ye (a.s) ulaşmaktadır.
Malik İbn Enes, fıkhı Rabietu’r Rey’den öğrenmiştir. Rabiet, İkrime’nin öğrencisi ve O da Abdullah b. Abbas’ın öğrencisidir. İbn Abbas’da Hz. Ali’nin (a.s) öğrencisidir. Şafii’nin fıkhını da Malik’in öğrencisi olması hasebiyle İmam Ali’ye (a.s) nispet verebiliriz. Bu şekilde, Ehlisünnetin dört fakihi de İmam Ali’ye (a.s) mensup olmuş olur.
Sahabe fakihler, Ömer b. Hattab ve Abdullah b. Abbas’ın her ikisi de ilimlerini İmam Ali’den (a.s) almıştır. İbn Abbas’ın öğrenciliği açıktır. Herkes biliyor ki Ömer de bir çok kere zor konularda İmam Ali’ye (a.s) başvurmuş ve bir çok kere şöyle demiştir: “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu”, ve “Ebu’l Hasan’ın (İmam Ali’nin künyesi) olmadığı bir yerde zor ve karışık konularla karşılaşmaktan Allah’a sığınırım.” Ayrıca yine şöyle demiştir: “Ali mescitte olduğu sürece kimsenin fetva vermeye hakkı yoktur.” Dolayısıyla İslam fıkhının da O’na ulaştığı netlik kazanmaktadır.
Şia ve Sünniler, Hz. Peygamber Efendimiz’den (s.a.a) şöyle bir rivayet nakletmişlerdir: “Sizin en kadınız (yargılayıcınız) Ali’dir.” Kadılığın fıkıh ilminin bir parçası olduğuna binaen bu şekilde Hz. Ali’nin (a.s) öteki sahabelerden daha fakih olduğu ortaya çıkmaktadır.[136]
Tefsir
İbn Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) tefsir ilminin kurucusudur ve her kim tefsirlere müracaat edecek olursa bunu açıkça görür. İster o kısımdaki ayet doğrudan O’nun tarafından tefsir edilmiş olsun ve isterse o ayetin tefsiri İbn Abbas tarafından yapılmış olsun. Çünkü nihayetinde O da Hz. Ali’den almıştır. İbn Abbas’a senin ilmin ile amcaoğlunun (İmam Ali’nin) ilminin nispeti nedir? Diye sorulduğunda İbn Abbas şöyle cevap vermiştir: “Sonsuz bir okyanusta bir yağmur tanesi gibidir.”[137]
Tarikat İlmi
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Tarikat, hakikat ve tasavvuf ilim sahipleri senet ve belgeleri İmam Ali’ye (a.s) dayanmaktadırlar ve Sufilerin şu ana kadarki şiarı olan “hırka” [Not 5] buna delalet etmektedir.[138]
Arap Edebiyatı
İbn Ebi’l Hadid şöyle demektedir: Herkes İmam Ali’nin (a.s) nahv ilmi ile Arap edebiyatının mucit ve yenilikçisi olduğunu bilmektedir. İmam Ali (a.s) o bilimin tüm kaide ve kurallarını Ebu’l Esved Dueli’ye yazdırmıştır. İmam Ali’nin (a.s) Ebu’l Esved Dueli’ye öğrettiği kurallardan bazıları şunlardır: Kelam üç kısımdır; isim, fiil ve harf. Kelime marife ve nekre olarak taksim edilir. İ’rablar ref’, nasb, cer ve cezm olarak taksim edilir.[139]
Fesahat ve Belagat
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Fesahat açısından Hz. Ali (a.s), fasihlerin öncüsü ve belagatçıların başıdır. O’nun kelamı hakkında şöyle denmiştir: “O’nun kelamı Allah’ın kelamından aşağı, mahlûkun kelamından üstündür.” Ve buna en açık tanık Nehcü’l Belağa’dır. Kendi zamanının en fasihlerinden olan Abdulhamid b. Yahya, Hz. Ali’nin (s.a) yetmiş hutbesini ezberlediğini ve fesahetinin O’nun edebi kaynağından başladığını söylemiştir. İbn Nubate ise şöyle demiştir: hutbelerden hazine ezberledim, ondan her ne kadar alırsam azalmaz, aksine artar. Ali b. Ebi Talib’in (a.s) vaaz ve nasihatlerinden yüz fasıl ezberledim.[140]
Sufi ve Tasavvuf serisi
Yaklaşık olarak İslam tasavvuf silsilelerinin geneli, kendi silsilelerini İmam Ali’ye (a.s) nispet vermektedirler. “Danışname-i Cihan-ı İslam” kitabında Nasrullah Purcevadi şöyle yazmaktadır: Şeyh Ahmed Ğazali (ölümü: 520 h.k)tasavvuf silsilelerinin oluşmasında etkiliydi ve silsilelerinin kaynağını ona ulaştırmaktadırlar. Bu silsile düzenlemeler (güçlü bir esas ve temelleri olmadığından) nesebi olarak bir şecere düzenlemeğe ve geçmişte yaşamış olan tasavvufçu ve Sufiler vasıtasıyla bu silsilelerini Sahabeye ve Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) ulaştırmağa çalışmaktadırlar. “Danışname-i Cihan-ı İslam” kitabındaki Şehram Pazuki’nin sözüyle, bütün tasavvuf ve Sufi silsileleri, kendi şeyh ve pirlerinin icazenamelerini (irşad ve terbiyete şamil olan icaze) Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) bağlamakta ve bu silsileleri daha çok İmam Ali (a.s) yoluyla Hz. Peygamber’e (s.a.a) ulaştırmaktadırlar. İbn-i Ebil Hadid’in sözüne göre, Sufilerin şiar ve sloganı olan “Hırka” bu konuya dalalet etmektedir.
İmamet ve Velayet
Ana Madde: İmamet ve 12 imamın İmametleri “Danışname-i İmam Ali (a.s)” kitabında Seyyid Kazım Tabatabai’nin dediğine göre, Peygamber Efendimizin (s.a.a) İmam Ali b. Ebi Talib’in (a.s) velayeti beyan ve açıklamaları o kadar yaygın ve açıktır ki hiçbir şüpheye mahal vermez. Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu konudaki konuşmalarının incelenmesi göstermektedir ki kendisinden sonra yüreğinin meşgul olduğu en büyük mesele “İmamet ve Rehberlik” konusudur. Peygamber Efendimizin bu alandaki faaliyetleri İmam Ali’yi (a.s) kendisinden sonra halife unvanıyla tanıttığı açık olan ilk davetinden itibaren başlamış ve yaşamının son günlerine kadar, Zilhicce ayının 18’inde Veda Haccından dönüş yolundaki Gadir-i Hum denen yerde ve yine ömrünün son anlarında Müslümanların kendisinden sonra yoldan çıkmamaları için kalem ve kâğıt isteyerek vasiyet yazdırmak istemesiyle devam etmiştir.
İmam Ali’nin (a.s) imametinin delilleri, bazen Hz. Peygamber’den (s.a.a) sonra onun İmamet ve Velayetini açıkça beyan etmiş ve bazen de onun İmamet ve Velayetine işaret etmeden faziletlerini göestermektedir. Birinci grupta olan delillerden bazıları şunlardan ibarettir: Velayet ayeti; müfessirler onun şan-ı nüzulunu (nüzul sebebini) o hazreti yüzüğünü sadaka olarak vermesi olarak bilmişlerdir. Bu durum İmam’ın (a.s) rükû halinde iken gelen fakire yüzüğünü bağışlamasıdır. Tebliğ ve ikmal ayeti; Gadir-i Hum olayında nazil olmuştur. Bunun konusunda Hz. Peygamber’in (s.a.a) halka beyan ettiği Gadir hadisi, Şiaların Emir’ül Müminin Ali’nin (a.s) imameti konusundaki en önemli delilleridir. Gadir-i Hum olayı Hz. Peygamber’in (s.a.a) ömrünün son yılında yaşanmış ve İmam Ali’nin (a.s) imametini konusunda onu tebrik etmişlerdir.
İmam Ali’nin (a.s) imamet ve velayetine delil olan bazı ayet ve rivayetler aynı zamanda açık olarak onun imametine işaret etmez ve İmam Ali’nin (a.s) faziletlerinin göstergesidir. Bu ayet ve hadisler şöyledir: Tethir ayeti, Mübahele ayeti, Sadıkın ayeti, Hayr’ul Beriyye ayeti, Ehlez-Zikr ayeti, Şira ayeti, Necva ayeti, Salih’ul Müminin ayeti, Sakaleyn hadisi, Medinet’ül İlm hadisi, Re’yet hadisi, Kesa hadisi, Vesayet hadisi, Yevm’ud-Dar hadisi, Teyr hadisi, Muahat hadisi, Menzilet hadisi, Velayet hadisi, Sefine hadisi, Sedd’ul Ebvab hadisi.
Hz. Ali’in Sire ve yaşamı
Ahlaki Özellikleri
Cömertliği
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) cömertlik durumu aşikardır. Oruç tutar, iftarını ise ihtiyaç sahiplerine verirdi. “Ve onlar ihtiyaçları olduğu halde yemeklerini yoksula ve yetime ve esire verirler, onları doyururlar.” (İnsan suresi, 8) ayeti onun hakkında nazil olmuştur. Müfessirlerin dediğine göre Hz. Ali’nin (a.s) bir gün dört dirhemi vardı. Bir dirhemini gece, bir dirhemini gündüz, üçüncü dirhemini gizli ve dördüncü dirhemini ise açıkça sadaka verdi. Bunun üzerine “Onlar mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcarlar.” (Bakara, 274) ayeti nazil oldu. Kendi eliyle Medine’deki hurmalıklarını suladığı söylenmiştir. Nitekim elleri nasır bağlamış ve ondan gelen ücreti ise sadaka olarak vermiş, buna rağmen kendisi yemek yerine karnına taş bağlamıştır. Diyorlar ki: hiçbir zaman hiçbir dilenciye “yok” demedi.
Bir gün Mahfen b. Mahfen Muaviye’nin yanına geldi. Muaviye ona nereden geliyorsun? diye sordu. Mahfen Muaviye’nin hoşuna gitsin diye, “İnsanların en cimrisinin (yani Ali’nin (a.s)) yanından geliyorum”, dedi. Muaviye dedi ki, sana yazıklar olsun; eğer yanında bir depo dolusu altın ve bir depo dolusu saman olsa, altın deposunu saman deposundan daha erken ihtiyaç sahiplerine ulaştıracak birisi hakkında nasıl böyle konuşabilirsin?!”. Evet İmam Ali’nin (s.a) düşmanları bile onun cömertliğini itiraf etmek zorunda kalmıştır. [141]
Bağış ve Hoşgörüsü
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: İmam Ali (a.s) alçakgönüllülük, bağış, büyüklük, hatayı görmezlikten gelme konularında herkesten daha toleranslı idi. Nitekim Cemel Vakıası bunun en güzel örneğidir. Şöyle ki onun en azılı düşmanlarından olan Mervan b. Hakem’i ele geçirince onu azat etmiş ve işlediği büyük hatasından geçmiştir. Abdullah ibn Zübeyr, halkın önünde İmam Ali’ye (a.s) kötü sözler sarf etmekteydi. Abdullah ibn Zübeyr, Ayşe’nin ordusu ile Basra’ya gelince bir hutbe okumuş ve hutbesinde ağzına gelen her şeyi O’nun hakkında söylemiş ve hatta, “şimdi insanların en alçağı ve düşüğü (neuzibillah) sizin şehrinize doğru geliyor” demiştir. Ancak İmam (a.s) onu ele geçirince onu bağışlamış ve ona yalnızca şöyle demiştir: “Git, seni gözüm görmesin.” Nitekim düşmanlarından birisi Said b. As’ı Cemel Savaşı’ndan sonra Mekke’de ele geçirmiş, ancak ona sırtını dönmüş bir şey dememiştir.
Hz. Ali’nin (a.s) Cemel Savaşı’ndan sonra Ayşe’ye davranışı meşhurdur. Ayşe’ye galip gelince, ona kıymet vermiş ve onu Medine’ye göndermek istediğinde Abd Kays kabilesinden yirmi kadına erkek elbisesi giydirmiş ve ellerine hamail kılıcı vererek onunla göndermiştir. Oysa Ayşe yol boyunca durmadan Hz. Ali’ye (a.s) beddua ederek hakaret etmiş ve benim saygınlığımı çiğneyerek beni erkeklerle birlikte gönderdi demiştir. Ancak Medine’ye ulaştıklarında (yüzleri örtülü) erkek elbisesi giymiş kadınlar ona dönerek: “bak gör, seninle birlikte buraya gelen bizler kadınız” demişlerdir.Ayşe ile birlikte Hz. İmam Ali’ye (a.s) karşı savaşıp İmam’ın bazı yârenlerini öldüren Basra halkının hepsini azat etmiş ve ordusuna hiç kimseye dokunmamalarını emrederek “her kim silahını yere koyarsa azattır” diye buyurmuştur. Ne onlardan esir almış ve ne de ganimet olarak onlardan mal almıştır. Hz. Peygamberin (s.a.a) Mekke’nin Fethinde Mekkelilere yaptığının aynısını yapmıştır.
Muaviye Ordusu, Sıffin’de İmam Ali’nin (s.a) ordusunun suyunu kesmiş ve O’nun ordusu ile Fırat havzası arasında engel koymuşlardı. Muaviye’nin ordusunun ileri gelenleri şöyle diyorlardı: Ali ve ordusunu susuz bir şekilde kılıçtan geçirelim, nitekim o da Osman’ı susuz öldürmüştü! Daha sonra İmam Ali’nin (a.s) ordusu savaşarak suyu onların elinden geri aldılar. Bu esnada İmam’ın askerlerinden bazıları da “Muaviye ordusunun susuzluktan bitkin düşerek susuz ölmeleri için Muaviye’nin ordusundan kimsenin su almasına izin vermemeliyiz” demişlerdi. Ancak Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: ” Biz asla böyle yapmayacağız. Fırat’ın bir kısmından yararlanmaları için onlara izin verin.”[142]
Tebessüm ve Güler Yüzlülüğü
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) güler yüzlü ve tebessümlü oluşu insanlar arasında deyim olmuştu. Nitekim düşmanları Hz. Ali’nin (a.s) bu sıfatını O’nun için bir ayıp saymışlardır! Hz. İmam’ın (a.s) Sa’sa’a b. Suhan ve öteki yarenleri şöyle diyorlar: “Ali (a.s) bizim aramızda bizlerden biri gibiydi, kendisi için hiçbir ayrıcalığa sahip değildi, ancak tevazu ve alçakgönüllülüğünün yanı sıra o kadar heybetli idi ki O’nun karşısında, kendimizi elinde kılıç tutmuş bir adamın eli altında, elleri kolları bağlı bir esir gibi hissederdik.”[143]
Allah Yolunda Cihadı
İbn Ebi’l Hadid, şöyle diyor: Hz. Ali’nin (a.s) dost ve düşmanları O’nun mücahitlerin başı olduğunu itiraf etmektedirler. Onun karşısında kimse bu sıfata layık değildir. Herkes, İslam’ın müşriklerle yaptığı en zor ve en ağır savaşın Bedir Savaşı olduğunu biliyor. Bu savaşta müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüştür. Bunlardan yarısı Hz. Ali (a.s) tarafından öldürülmüş ve diğer yarısı ise Meleklerin yardımı ile öteki Müslümanlarca öldürülmüştür. Hz. Ali’nin (a.s) Uhud, Ahzab, Hayber, Huneyn ve diğer gazvelerdeki durumu da tarihte meşhurdur.[144]
Cesurluğu
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: O, cesurluk meydanının bir numarası idi. Geçmişteki (kahramanları) insanların aklından çıkarttı ve gelecektekileri de kendisiyle yok etti. Hz. Ali’nin (a.s) savaşlardaki konum ve pozisyonu tarihte öyle meşhur olmuştur ki Kıyamet’e kadar onu misal olarak söyleyeceklerdir. Asla kaçmayan, kahraman bir yiğitti. Orduların çokluğundan korkmamış, yokluk diyarına göndermediği kimse ile tutuşmamış ve hiçbir zaman ikincisine ihtiyaç duyulan bir darbe vurmamıştır. İkisinden birisinin ölmesiyle insanların zarar görmemesi için Muaviye’yi mübarezeye (teke tek savaşmaya) çağırdığında Amr b. As, Muaviye’ye şöyle dedi: “Ali sana karşı insaflı davrandı.” Muaviye ona dönerek şöyle dedi: “Benimle olduğun süre zarfında bana asla hiç bu şekilde bir kazık atmamıştın! Sen beni hiçbir zaman kimsenin pençesinden kaçamadığı kişiye karşı mı mübarezeye çağırıyorsun? Öyle sanıyorum ki benden sonra Şam’a hükmetmeyi gönlünden geçiriyorsun!”[145]
Arap milleti her zaman savaşta Hz. Ali (a.s) ile karşı karşıya kaldığı veya her hangi bir akrabasının Hz. Ali’nin (a.s) eliyle öldürüldüğü için gurur duymaktaydı. Bir gün Muaviye, tahtında uyuya kalmıştı. Gözünü açınca birden Abdullah ibn Zübeyr’i karşısında gördü. Abdullah İbn Zübeyr, ona şaka yolu ile şöyle dedi: “Ey Müminlerin emiri! Eğer istersen seninle bir güreş tutalım.” Muaviye ona şöyle cevap verdi: “Kendine gel ey Abdullah! Görüyorum ki yiğitlik ve cesurluğundan dem vuruyorsun!” Abdullah dedi ki: “Yoksa sen benim cesurluğumu inkâr mı ediyorsun? Ben Ali’nin karşısına çıkmış O’na karşı savaşmış biriyim.” Muaviye dedi ki: “Asla böyle olmadı. Eğer sen bir an bile Ali’nin karşısında durmuş olsaydın sen ve babanı sol eliyle öldürür, sağ elini kullanmazdı bile.”[146]
İbadi Sire
İbadeti =
İbn Ebi’l Hadid şöyle diyor: Hz. Ali (a.s) insanların en çok ibadet edeni ve namaz ve orucu herkesten daha çok olanı idi. İnsanlar gece namazını, zikir ve müstahap namazlarda sürekliliği O’ndan öğrenmişlerdir. Müstahap namazlara öyle önem veriyordu ki Sıffin Savaşında Leyletu’l herir gecesinde iki saf arasında bir seccade yere atmış ve oklar havada sağdan soldan uçuştuğu halde o, namazla meşgul olmuştu. Böyle birisi hakkında ne düşünülebilir? Secdenin çokluğundan alnı nasır bağlamıştı. Her kim O’nun münacat ve dualarına dikkat edecek olursa Allah’ın azamet ve büyüklüğünü, Onun heybeti karşısındaki tevazusunu, izzeti karşısındaki huşusunu ve Onun karşısındaki toprağa bulanışını görür ve onlarda gizlenmiş ihlası anlar, nasıl bir kalpten coştuğunu ve nasıl bir dilden aktığını bilir.[147]
İhlas
İmam Ali’ye (a.s) göre ihlas olmadan yapılan davranışların hiçbir değer ve itibarı yoktur. İmam Ali’nin (a.s) Ahzab savaşında Amr b. Abduved’e olan tutum ve davranışı onun ihlasının örneklerindendir.İmam Ali (a.s) Amr b. Abduved’i ele geçirdikten sonra, o İmam’ın (a.s) yüzüne tükürüğünü attı. İmam Ali (a.s) Amr’ı bu öfkesinden dolayı öldürmemek için, onu bıraktı ve öfkesi geçtikten sonra döndü ve onu öldürdü.
Namaz
İmam Ali’nin (a.s) ibadi sire ve yaşamında namaz özel bir öneme sahiptir. O, Hz. Peygamberin yanında ilk olarak namaz kılmasını, kendisi için bir ayrıcalık olarak bilmektedir. İmam Ali’nin (a.s) namazları oldukça uzundu ve gece namazına önem vermekteydi.
Zühdü
Hz. İmam Ali (a.s) zahitlerin önderi idi. Her kim bu meydanda adım atmak isterse O’nu dikkate alırdı. Hz. Ali (a.s) asla karnını yemekle doyurmadı, yiyecek ve giyecekleri en kaba olanlardı. Abdullah b. Ebu Rafi şöyle diyor: Bir bayram günü Ali’nin (a.s) yanına gittim. Yanında başı mühürlenmiş bir kese gördüm. Keseyi açtığında arpa kepeğinden yapılmış ekmek kırıntılarının olduğunu gördüm. Onu yemeğe başladı. Dedim ki: “Ey Emirülmüminin! Neden bunu mühürlemişsin? Buyurdu ki: “Çocuklarımın bu ekmekleri yağlamaları veya zeytinyağına bulamalarından korktuğum için.” Elbiseleri bazen deri ve bazen de hurma lifleri ile bağlanmış olurdu. Ayakkabısı her zaman lif idi ve en sert kumaşlardan kıyafetler giyerdi. Yiyeceği eğer olursa sirke yahut tuz olurdu ve eğer şayet denk gelirse bundan daha üstünü bazı bitkiler olurdu ve eğer bundan da daha üstünü olursa birazcık deve sütü olurdu. Çok az et yerdi ve şöyle derdi: “Midelerinizi, hayvan mezarlıklarına çevirmeyiniz.” Buna rağmen insanların en güçlüsü idi ve açlık O’nun gücünden eksiltmezdi. O, dünyayı terk etmişti, hâlbuki Şam dışında tüm İslam topraklarının bütün malları O’nun ihtiyarındaydı. Ancak hepsini insanlar arasında bölerdi.[148]
Aile Yaşamı
Eşiyle anlaşma yöntemi
İmam Ali (a.s) işi Hz. Zehra (s.a) ile olan irtibatı konusunda şöyle buyuruyor: “Allah’a andolsun ki hiçbir zaman Fatime’yi dünyadan gidinceye kadar hoşuna gitmeyen bir işi yaptırmaya mecbur etmedim, onu üzmedim ve onu kızdırmadım. O da aynı şekilde hiçbir zaman beni üzmedi, kızdırmadı ve benim emirlerime itaatsizlik etmedi. Ona baktığım her vakit, bütün sıkımtılarımı, üzüntülerimi ve kederlerimi unutuyordum.” İmam Ali (a.s) ev işlerinde Hz. Fatime’ye (s.a) yardım ediyordu.
Çocuklara karşı davranışı
İmam Ali’den (a.s) nakledilenlere göre, çocukların uyulması gereken hakları vardır. O, şöyle buyuruyor: “Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel isim koyması, güzel ve beğenilen adapları öğretmesi ve ona Kur’an’ı öğretmesidir…” O, çocukların nasıl terbiye edileceği konusunda şöyle buyuruyor: “Çocuğu olan herkes, çocuğuyla çocuk olmalıdır.” Çocukların terbiyesinde, onların zaman olarak durumları ve iki nesil arasındaki fasılaya dikkat etmeleri, İmam Ali’nin (a.s) valideynlere tavsiyesidir.
Akrabalara karşı davranışı
İmam Ali’ye (a.s) göre, akrabalar insanların yaşamında önemli bir yere sahiptir. Ona göre hiçkimse kendisini el ve diliyle koruyan akraba ve yakınlarından ihtiyaçsız değildir. Akrabalar insanı destekleyen en büyük halk grubudur. Akrabalar onun üzüntü ve sıkıtılarını giderirler. Şahsa karşı bir olay olduğu zaman, onlar en sevgili ve muhabbetli kimselerdir.
Hükümet Siresi
Adalet
İmam Ali (a.s) hilafetinin ilk günlerinde halifelerin yanlış uygulamaları karşısında durdu.Mesela beytülmalı insanların İslam’ın ilk günlerindeki savaşlardaki öncelikleri veya imanlarının sabıkası vb. şeylere göre bölünmesi karşısında durarak, bu beytülmalı eşit olarak taksim etmemeği Kur’an’ın buyruklarının hilafı olarak bilmektedir. O, Ammar b. Yasir ve Ebul Heysem b. Teyhan’ı Beytülmal sorumlusu yapmıştı ve onlara yazılı olarak şöyle emretmişti: “Arap, Acem ve her ne soy ve kökenden olursa olsun herkesin beytülmaldaki payı eşittir.” Ayrıca İmam Ali (a.s) halife olduktan sonra Osman’ın birilerine verdiği toprak ve arsaları Allah’ın malı olarak açıklamış ve onların beytülmala geri verilmesi emrini vermiştir.
Beytülmal Hakkında Dost ve Akrabalarına Karşı Davranışı
Hz. Ali (a.s) beytülmal konusunda çok sıkı idi.Nitekim kızı inci bir kolyeyi beytülmaldan emanet olarak aldığında, hem kızını ve hem de Ali b. Ebi Rafi’yi şiddetle sorgulamıştır. Başka bir olayda da İmam Ali (a.s) yarenlerinden birisinin özel bir mal isteğine karşı uyarıda bulundu ve onu hakkından fazlasını istemesi konusunda yasakladı.
Din ve Yasaların İcrasındaki Hassasiyeti
İmam Ali (a.s) din işlerinde, kanunların dakik uygulanmasında ve sahih hükümet yönetiminde çok ciddi, toleranssız ve kurallı biri idi. Bu durum onu bazıları için tahammül edilmez kılmıştı. O, bu yolda en yakın yaranlarına bile zorluk gösteriyordu. Mesela bir olayda Kamber’e adamın birine had uygulamasını emretti. Kamber duygularının etkisi altında kalarak, üç kırbaç fazladan vurdu.İmam Ali (a.s) bu üç kırbacın karşılığında o adamı Kamber’e kırbaç vurması için zorladı. Yine aynı şekilde “Nehc’ül Belağa” kitabında şöyle gelmiştir: Basra eşrafından birisi bir gece Osman b. Huneyf’i (Basra valisi) ağırlayarak, onun için çeşit çeşit yemeklerin olduğu bir sofra hazırladı ve ihtiyacı olanlar o sofraya çağrılmamışlardı. Bu ziyafetin haberi İmam Ali’ye (a.s) ulaşınca, hazret hemen Osman b. Huneyf’e şöyle bir mektup yazdı ve böyle bir meclise gittiğinden dolayı onu kınayarak, kendisinin zahitçe olan yol ve yöntemine uymaya davet etti. Daha fazla bilgi için şunlara da bakabilirsiniz: “Name-i Emir’ül Müminin be Osman b. Hanif”
Halk ve Hâkimin Karşılıklı Hakları
“İmam Ali (a.s) açısından yöneticinin halk üzerindeki hakkı ve halkın yönetici üzerindeki hakkı Allah’ın karar kıldığı en büyük haktır ve tam olarak iki yönlüdür.”“Karşılıklı olarak yönetici ve halk birbirlerinin haklarına uymalarının oldukça fazla faydası vardır. Örnek olarak, hakkın izzet bulması, din temellerinin güçlenmesi, adalet özelliklerinin açıklığa kavuşması ve İslam Peygamberinin (s.a.a) sünnetlerinin uygulanması gibi.” İmam Ali (a.s) halkın şahsiyet ve haklarına oldukça fazla değer vermekteydi ve bu durum, devlet memurlarına göndermiş olduğu mektuplarında kamil olarak açıktır.Vergi ve haraç toplamada görevlendirilenlere destur’ul amel olarak yazılmış ve onlara adil bir şekilde davranmak, insaflı olmak, sabırlı olmak ve halkla olan irtibatlada tahammüllü olmak tavsiye edilmiştir. Yine İmam Ali (a.s) Malik Eşter’i Mısır valiliğine atadığında, onu ister müslüman ve ister gayri müslüm olsun bütün halka insan olarak güzel ve sevecen bir şekilde davranmaya davet etmiştir.
Ekonomi Siresi
İşe teşvik etme Nehc’ul Belağa’nın şerhinde gelmiştir ki Emir’ül Müminin Ali (a.s) elleriyle çalışır, toprağı eker, sular, hurma ağacı diker ve bütün bunları şahsen kendisi yapardı. İmam Ali’ye (a.s) göre, Allah yolunda cihat etmek için hareket etmenin değeri, ailenin geçimi için çalışarak rızık kazanmadan fazla değildir.
Sözler ve Yazılar
İmam Ali’nin (a.s) konuşmaları
İmam Ali’nin (a.s) hayatta olduğu dönemde halk onun konuşmalarını, hutbelerini ve bazı şiirlerini ezberlemiş ve kuşaktan kuşağa nakletmişlerdir.Sonraları ister Sünni ve ister Şii bazı Müslüman alimler tarafından bir araya toplanmak için harekete geçilmiş ve bu sözlerden oluşan mecmuaları kitap haline getirmişlerdir.
Nehcü’l Belağa
İmam Ali’nin (a.s) konuşma ve yazılarının bir araya getirildiği en meşhur eser Nehcü’l Belağa’dır. Hicrî dördüncü yüzyıl ulemasından Seyyid Razi, tarafından bir araya getirilmiştir. Nehcü’l Belağa, Arapların en seçkin edebi eseridir. Bu kitap üç bölümden oluşmaktadır: Hutbeler, mektuplar ve İmam Ali’nin (a.s) çeşitli zamanlarda söylediği veya çeşitli insanlara yazdığı bazı kısa sözler
- Hutbeler, 239 hutbeden oluşmakta ve zaman olarak üç bölüme ayrılmaktadır:
- Hükumet öncesi
- Hilafet dönemi
- Hilafet sonrası
- Mektuplar, 79 mektuptan oluşmaktadır ve neredeyse tamamı hilafeti döneminde yazdıklarıdır.
- Kısa sözler yahut hikmetli kısa sözler, 480 sözden oluşmaktadır.
Nehcü’l Belağa’nın bazı yorumlamaları bunlardan ibarettir: Şerh-i İbn Meysem Bahrani, Şerh-i İbn Ebi’l Hadid-i Mutezili, Şerh-i Muhammed Abduh, Şerh-i Muhammed Taki Caferi, Nehcü’l Belağa’dan dersler, Hüseyin Ali Munteziri, Şerh-i Fahri Razi, Minhacu’l Berae, Kutbuddin Ravendi ve şerh-i Nehcü’l Belağa, Muhammed Bakır Nevvab Lahicani.[149]
Gureru’l Hikem ve Dureru’l Kelim
Gureru’l Hikem ve Dureru’l Kelim, beşinci yüzyıl ulemalarından Abdulvahit b. Muhammed Temimi Amedi tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir. Gureru’l Hikem kitabında İmam Ali’ye (a.s) ait yaklaşık olarak 10760 söz bulunmaktadır. Kitap alfabetik sırayla bu konular esasına göre tasarlanmıştır: İmani ve itikadi hadisler, ibadetle ilgili hadisler, ahlaki hadisler, siyasi hadisler, iktisadi hadisler ve sosyal hadisler.[150]
Desturu Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem
Desturu Mealimu’l Hikem ve Me’suru Mekarimu’ş Şiyem kitabı, Kadı Kudai tarafından toplanarak bir araya getirilmiştir. Kendisi dördüncü yüzyılda yaşamış Şafii mezhebi ulemalarındandır. Ehli Hadis arasında güvenilir birisidir. Elbette bazıları Kadı Kudai’yi Şii olarak tanıtmıştır.[151] Desturu Mealimu’l Hikem kitabı, dokuz bölümden oluşmaktadır: İmam Ali’nin (a.s) faydalı hikmetli sözleri, dünyayı kınaması ve ona temayülü olmadığına dair sözleri, nasihatler, vasiyet ve nehiyler, kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar, garip sözleri, nadir sözleri, dua ve münacatları ve elimize ulaşan şiirleri.[152] İmam Ali’ye (a.s) ait sözlerin bir araya getirilerek yazılan bazı kitaplar ise şunlardan ibarettir:
- Nesru’l La’li, Ebu Ali Fazıl b. Hasan Tabarsi tarafından yazılmıştır.
- Matlub Kullu Talib min Kelami Emire’l Mümin’in Ali b. Ebi Talib aleyhi selam, intihab Cahiz, Şerh-i Reşit Vetvat.
- Kalaidu’l Hikem ve Fevaidu’l Kelim, Kadı Ebu Yusuf Yakup b. Süleyman İsfrayani tarafından toplanmıştır.
- Emsalu’l İmam Ali b. Ebi Talib, Sıffin Nasr b. Mezahim kitabı da İmam Ali’ye (a.s) ait sözler ve mektuplardan oluşmaktadır.
Şiirler Divanı
Ana Madde: Divan-ı İmam Ali (a.s) İmam Ali’ye (a.s) mensup olan şiirler bir divanda toplanarak, defalarca değişik yayınevleri tarafından yayımlanmıştır.
Yazılar
Şia ve Ehlisünnetin bazı kaynaklarında İmam Ali’nin (a.s) yazılarına işaret edilmiştir:
Cefr ve Camia
“Cefr” ve “Camia” iki hadis kitabıdır; Hz. Peygamber’in (s.a.a) imlası ve İmam Ali’nin (a.s) yazımı ile gerçekleşmiştir. Bu iki kitap “Vedaye-i İmamet” (imametin emanetleri) ve İmam’ın (a.s) ilminin kaynaklarından sayılmaktadır. “Cefr” kitabının muhtevası kıyamete kadar olan gelecekteki olaylardır. İmam Kazım’dan (a.s) olan bir rivayete göre, Nebi ve Nebi’nin vasisinden başka kimse ona bakamaz ve ona bakmak ise, Hz. Peygamber’in (s.a.a) vasilerinin ayrıcalıklarındandır. “Camia” kaitabı da kıyamete kadar olan geçmişteki ve gelecekteki haberleri içermektedir. Bütün ayetlerin te’vil edilmesi; yine vasilerin adları ve onların başlarından geçenler Hz. Peygamber’in (s.a.a) hanedanındandır.
Mushaf-ı İmam Ali (a.s)
“Mushaf-ı Ali” ya “Mushaf-ı İmam Ali (a.s)” Kur’an’ın bir araya toplanmasının ilk nüshasıdır ki Peygamber Efendimizin (s.a.a) dünyadan gitmesinden sonra, İmam Ali (a.s) vasıtasıyla yapılmıştır. Bu mushaf günümüzde elde bulunmamaktadır ve rivayetler gereğince İmam Ali’nin (a.s) kendi el yazısıyla ve surelerin nüzul sırasına göre bir araya toplanmıştır.Bazı rivayetler gereğince ayetlerin şan-ı nüzulu ve yine nasıh ve mensuh olan ayetler bu mushafın haşiyesinde gelmiştir. Şiaların inançlarına göre, Mushaf-ı İmam Ali (a.s) masum imamların elindeydi ve şu anda 12.İmam’ın (a.f) yanındadır.
Mushaf-ı Fatime (s.a)
“Mushaf-ı Fatime (s.a)” ilahi meleğin konularını Hz. Fatime’ye (s.a) açıkladığı ve İmam Ali’nin (a.s) onları yazdığı bir kitaptır. Bu kitabın konuları, Hz. Peygamber’in (s.a.a) cennetteki yeri ile gelecekteki olay ve haberlere şamildir. Bu kitap Şia İmamlarının yanında idi ve onlar arasında eleden ele verilmiştir.Başkaları bu kitaba ulaşamamış ve ulaşamaz.Bu kitap şu anda İmam-ı Zaman’ın (a.f) elindedir.
Ashabı
Selman-ı Farisi: Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) en üstün ashap ve yarenlerindendir. Masum İmamlar (a.s) tarafından hakkında çok sayıda hadis nakledilmiştir.[153] Örneğin Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) onun hakkında buyurduğu şu hadis-i şerif: “Selman biz Ehlibeyttendir.”[154]
Malik Eşter Nahai: Malik Eşter diye bilinen, Malik b. Haris Abd Yağus Nahai. Yemen’de dünyaya geldi. O, İmam Ali’ye (a.s) biat eden ilk kişidir. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında İmam Ali’nin (a.s) komutanlarındandı.[155]
Ebu Zer Gaffari: Cündeb b. Cünâde, Ebu Zer Gaffari diye meşhurdur. Peygambere iman etmiş[156] ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) vefatından sonra İmam Ali’nin (a.s) destekçilerinden olmuştur. Ebu Bekir’e biat etmeyen birkaç kişiden birisidir.[157]
Mikdad b. Amr: Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) Bi’setinin başında O’na iman edip Müslüman olan ilk yedi kişiden birisidir. Hz. Peygamber’in (s.a.a) vefatından sonra Mikdad, Ebu Bekir’e biat etmeyenlerden birisi olmuş ve İmam Ali’nin (a.s) 25 yıllık sessizliği dönemi boyunca her zaman O’nun yanında yer almıştır.[158]
Kumeyl İbn Ziyad: Allah Resulünün ashabının tabiinlerinden olan Kumeyl İbn Ziyad Nahai, aynı zamanda İmam Ali (a.s) ve İmam Hasan’ın (a.s) has yarenlerindendir.[159] O, Hz. Ali’nin (a.s) hilafetinin ilk günlerinde ona biat etmiş ve İmam Ali’nin (a.s) savaşlarında düşmanlarına karşı savaşmıştır.[160]
Ammar Yasir: Hz. Peygambere (s.a.a) iman eden ilk kişilerdendir ve Habeş’e hicret eden ilk Müslüman kafilesi ile birlikte hicret etmiştir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.a) Medine’ye hicretinden sonra Ammar da oraya gitmiştir. Kendisi Hz. Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra Ehlibeyt (a.s) ve İmam Ali’yi (a.s) savunma yolunda sağlam ve ilkeli bir duruş sergilemiştir. İkinci halife Ömer İbn Hattab’ın hükumeti döneminde, bir süreliğine Kufe’nin emirliğini yapmış, ancak adil bir kişiliğe sahip oluşu ve sade yaşamından dolayı bir grup onun görevden çekilmesi ortamını hazırlamışlardır. Sonra Medine’ye geri dönerek Hz. Ali’nin (a.s) yanında yer almıştır.[161]
İbn Abbas: Abdullah b. Abbas Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmam Ali’nin (a.s) amcaoğludur. Peygamber’den (s.a.a) çok sayıda hadis nakletmiştir.[162] İbn Abbas halifelerin döneminde her zaman Hz. Ali’yi (a.s) hilafet makamına layık görmüş ve İmam Ali’nin (a.s) hükumeti döneminde Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarında İmam’ın (a.s) yardımına koşmuş ve İmam tarafından Basra valisi olmuştur.[163]
Muhammed İbn Ebu Bekir: Hicri onuncu yılında dünyaya geldi. Kendisi İmam Ali’nin (a.s) has ashabından idi ve önceki halifelerin Hz. Ali’nin (a.s) hakkını yediklerine inanmaktaydı. Şöyle diyordu: “Hilafet için Hz. Ali’den daha layık kimse yoktur.”[164] Muhammed, İmam Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde Cemel, Sıffin savaşlarında İmam’ın (a.s) yanında yer almıştır. Hicri 36 yılında Ramazan ayında Mısır valisi oldu ve Hicri 38. Yılında Safer ayında Muaviye ordusu tarafından öldürüldü.[165]
Meysem-i Tammar: Meysem Temmar Esedi Kûfi, İmam Ali(a.s), İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’in (a.s) has ashabından idi. O, “Şortetu’l Hamis”ten birisiydi. Bu grup, savaşlarda son nefeslerine kadar İmam Ali’nin (a.s) yanında yer alarak O’na yardım edeceklerine dair İmam Ali (a.s) ile ahitleşmişlerdi.[166]
Veysel Karani: Uveys b. Amir Muradi Karani, zahitliği ile meşhurdur. Kendisi Hz. Peygamber (s.a.a) hayattayken O’na iman etmiştir.[167] Uveys, İmam Ali’nin (a.s) has yarenlerinden idi ve İmam’a (a.s) biat ederek son nefesine kadar O’nun yanında yer alacağına ve savaşlarda asla O’na sırtını dönmeyeceğine dair söz vermişti.[168]
Zeyd b. Suhan: Zeyd b. Suhan Abdi, İmam Ali’nin (a.s) ashabındandı. İmam Ali’nin (a.s) savaşlarında düşmana karşı savaşmış ve sonunda Cemel Savaşında Nakisin ordusu tarafından şehit edilmiştir.[169]
Sa’sae b. Suhan: Sa’sae b. Suhan Abdi de İmam Ali’nin (a.s) ashabından idi. İmam Ali’nin (a.s) savaşlarına katılmıştır.[170] Kendisi Osman’ın ölümünden sonra İmam Ali’ye (a.s) biat eden ilk kişilerden birisidir.[171]
Kaynakça
- Yukarı git↑ Erbili, Keşf’il Ğumme, 93; Suyuti, Tarih’ul Hulefa 189.
- Yukarı git↑ İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.6, s.8 .
- Yukarı git↑ Meclisi, Bihar’ul Envar, c.42, s.29 .
- Yukarı git↑ Suyuti’nin “Durr’ul Mensur” kitabında naklettiğine göre, “Şia” kelimesi ilk olarak Peygamber Efendimiz (s.a.a) tarafından İmam Ali’nin (a.s) bazı özel ashabı için kullanılmıştır. (Suyuti, Durr’ul Mensur, 1404 h.k, c.6, s.379) Bazıları bu rivayet ve buna benzer rivayetlerden “Şia’nın Allah Resulü (s.a.a) döneminde zahir olduğunu çıkarmaktadırlar. (Halim, Teşeyyü, 1389 h.ş, s.73-76).
- Yukarı git↑ İyci, Şerh’ül Mevakıf, c.8, s.354 .
- Yukarı git↑ Müfid, Evail’ül Makalat, s.35.
- Yukarı git↑ Halam, Teşeyyü, s.31 .
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.15 .
- Yukarı git↑ İbn-i Esir, Usd’ul Ğabe, c.1, s.15.
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.2 .
- Yukarı git↑ Meclisi, Bihar’ul Envar, c.19, s.57 .
- Yukarı git↑ Kanavat, Danişname-i İmam Ali (a.s), c.8, s.68 .
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.6, s.1760 .
- Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, 1413 h.k, c.1, s.5 .
- Yukarı git↑ Mar’eşi Necefi, Movsuet’ul İmamet, 1430 h.k, c.6, s.197 ve 198; Muhammedi Reyşehri, Denışname-i Emir’ül Müminin (a.s) 1398 h.ş, c.14, s.308. .
- Yukarı git↑ İbn-i Şehraub, c.3, s.321-334 .
- Yukarı git↑ Meclisi, Bihar’ul Envar, c.37, s.334; Hürr-ü Amuli, Vesail’üş-Şia, c.14, s.600 .
- Yukarı git↑ Emin, Sire-i Masuman, c.2, s.13.
- Yukarı git↑ Tusi, el-Emali, s.293 .
- Yukarı git↑ Nuri, Müstedrek’ül Vesail, c.18, s.152 .
- Yukarı git↑ İbn-i Kuteybe, el-Maarif, 1407 h.k, s.121.
- Yukarı git↑ İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.1, s.21 .
- Yukarı git↑ Nesai, el-Sünen’ül Kubra, c.5, s.107; İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.1, s.15; Ayeti, Tarih-i Peyamber-i İslam s.65; İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.1, s.30 .
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.2 .
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.5 Yaddaş-1: “Mekke’de Beyt’ül Haram’da dünyaya geldi”. Mes’udi (vefat: 346 h.k.) İmam’ın (a.s) doğum yeri hakkında şöyle yazmıştır: “Dünyaya geldiği yer Kâbeydi.” .
- Yukarı git↑ Emini, Kitap, c.6, s.21-23 .
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ül Nebeviyye, c.1, s.162 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Tercüme-i Nehc’ül Belağa, s.222 .
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.13 .
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.64 .
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760 .
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.80 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.14 .
- Yukarı git↑ Kanavat, Danışname-i İmam Ali (a.s), c.8, s.99 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.14 .
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.155-158; Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760 .
- Yukarı git↑ Recebi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.161
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.188
- Yukarı git↑ Amuli, el-Sahih, c.5, s.60; Kanavat, Danışname-i İmam Ali (a.s), c.8, s.166; Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.16
- Yukarı git↑ Ebul Ferec-i İsfahani, Mekatil’ut-Talibin, s.59
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.410
- Yukarı git↑ İbn-i Sad, Tebekat’ul Kubra, c.8, s.16; Kazvini, Fatime’tüz-Zehra (s.a), s.192
- Yukarı git↑ İbn-i Şehraşub, Menagıb-i Âl-i Ebi Talib, c.3, s.350
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.16
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.14
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.3, s.1027; Kuleyni, Kâfi, s.110; İbn-i Esir el-Kamil fid-Tarih, c.2, s.107
- Yukarı git↑ Kuleyni, Kâfi, c.1, s.461; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.537; Müfid, el-İrşad, c.2, s.5
- Yukarı git↑ İbn-i Cevzi, Tezkiret’ül Havas, s.6
- Yukarı git↑ Yakubi, Tarih’ül Yakubi, c.2, s.246; Dulabi, el-Zeriyet’ül Tahire, s.102; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.555; Müfid, el-İrşad, c.2, s.27
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.3, s.224; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.564
- Yukarı git↑ Vakidi, el-Meğazi, c2, s.77-471; İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.3, 234-237; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.574-673; Müfid, el-İrşad, s.98-109; Tabersi, E’lam’ul Vera, c.1, s.379-382
- Yukarı git↑ İbn-i Esir, Usd’ul Ğabe, c.6, s.132; Kehale, E’lam’un-Nisa, c.2, s.91
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.2, s.776
- Yukarı git↑ Zehebi, E’lam’un-Nebla, c.3, s.500; Dehil, E’lam’un-Nisa, s.238
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.642
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.3, s.342-355; İbn-i Habib, Kitab’ul Mahber, s.115
- Yukarı git↑ Vakidi, Meğazi, s.653
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.674
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.678
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.789
- Yukarı git↑ İbn-i Tavus, el-Teraif, c.1, s.80
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.156; İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.4, s.163
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.926
- Yukarı git↑ İbn-i Hambel, Müsnet, c.1, s.277; İbn-i Hambel, Müsnet, c.3, s.417; İbn-i Hambel, Müsnet, c.7, s.513; Buhari, Sahih-i Buhari, c.5, s.129; Müslim b. Hucac, Sahih-i Müslim, c.2, s.1870-1871; Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, c.5, s.638,640-641; Nisai, Sünen-i Nisai, s.50-61; Hâkim-i Nişaburi, el-Müstedrek, c.3, s.133-134; Taberi, el-Riyaz’un-Nezret, c.3, s.117-119; İbn-i Kesir, el-Bidaye ven-Nihaye, c.5, s.7-8; Heysemi, Mecme’üz-Zevaid ve Membe’ül Fevaid, c.9, s.110; Eyni, Omdet’ul Kari, c.16, s.301; Suyuti, Tarih’ul Hulefa, s.168; Suyuti, Durr’ul Mensur, c.3, s.236,291; Muttaki, Kenz’ul Ummal, c.13, s.163,171-172; Mir Hamid Hüseyin, Ebegat’ul Envar, c.2, s.29-59; Şerefuddin, el-Muracaat, s.130; Hüseyni Milani, Nefehat’ul Ezhar, c.18, s.363-411
- Yukarı git↑ Recebi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.209
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.211
- Yukarı git↑ İbn-i Şehraşub, Menagıb, c.3, s.144
- Yukarı git↑ Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune, c.2, s.582; Recebi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.213
- Yukarı git↑ Amuli, Siret’un-Nebi, c.4, s.319
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.3, s.148; İbn-i Sad, Tebegat’ul Kubra, c.2, s.131; Vakidi, el-Meğazi, c3, s.1089
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Gosteriş-i Kalemru Hilafet-i İslami), s.7
- Yukarı git↑ Ayyaşi, Kitab’ut-Tefsir, c.1, s.4
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 43, s. 125.
- Yukarı git↑ Mufid, Mesaru’ş Şia, s. 17.
- Yukarı git↑ Seyyid İbn Tavus, s. 584.
- Yukarı git↑ Mesudi, İsbatu’l Vesile, s. 153.
- Yukarı git↑ Rukayye ve Ömer ikiz kardeşlerdi.
- Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, Kum; Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 270–271.
- Yukarı git↑ Belazuri, c. 1, s. 2883.
- Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 708–713.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa mektup,64
- Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 107.
- Yukarı git↑ Vakidi, el-Meğazi, 1409 h.k, c.2, s.562; İbn-i Sad, Tebekat’ul Kubra, 1410, c.2, s.69; Yakut Hemevi, Mu’cem’ul Boldan, 1995, c.4, s.238; Taberi, Tarih’ül ümem vel Muluk, 11387, c.2, s.642; İbn-i Esir, el-Kamil fid-Tarih, 1385 h.k, c.2, s.209
- Yukarı git↑ Ayeti, Tarih-i Peyamber-i İslam, 1361, s.576
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.4, s.319; Vakidi, Kitab’ul Meğazi, 1409 h.k, c.3, s.826 ve Resuli Mehellati, Tarih-i İslam, 1374, c.1, s.141 ve 153
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih’ül ümem vel Muluk, (Tarih-i Taberi), c.3, s.131-132, 1387 h.k; Zehebi, Tarih’ul İslam, c.2, s.690-691, 1409 h.k; Müfid, el-İrşad, c.1, s. 26, 1413 h.k.
- Yukarı git↑ İbn-i Sad, Tebekat’ul Kubra, c.2, s.128-129, 1410 h.k; Vakidi, Muhammed b. Ömer, Kitab’ul Meğazi, c.3, s.1802-1803, 1409 h.k.
- Yukarı git↑ Ahmed b. Muhammed b. Hambel, Müsned-i Ahmed b. Hambel, c.2, s.225, 1421 h.k; Hâkim-i Nişaburi, el-Müstedrek elas-Sahiheyn, c.3, s.145, 1411 h.k.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 587.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 575.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 569.
- Yukarı git↑ Zakiri, s. 67.
- Yukarı git↑ Zubeydi, c. 3, s. 273.
- Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 534.
- Yukarı git↑ Cevheri, c. 3, s. 1152.
- Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 188; Halife, s. 191.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali kitabından telhis, s. 113–121.
- Yukarı git↑ El-Miyar ve’l Muvazine, s. 162; Şehidi’den naklen, Ali’nin dilinden Ali, s. 122.
- Yukarı git↑ İbn Mezahim, s. 490.
- Yukarı git↑ İbn A’sem, c. 3, s. 163.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 129.
- Yukarı git↑ Eş-Şehristani, el-Milel ve’n Nihel, tahric; Muhammed b. Fethullah Bedran, Kahire, et-Tabu’s Sani, el-Kısmu’l Evvel, s. 106–107.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 132.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 133–134.
- Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, Kum, Neşr Maarif, 1391, s. 53–54.
- Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, s. 55.
- Yukarı git↑ El-Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-İrşad, Kum, Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 27–28.
- Yukarı git↑ Abdulkerim b. Ahmed b. Tavus, Ferhetu’l Gara, s. 93; Meclisi, Bihar, c. 42, s. 222; Mukaddesi, Yadullah’tan naklen, Baz Pejuhi tarih veladet ve şahadeti Masuman (a.s), Kum, İslami Kültür ve Bilimler Araştırması, 1391, s. 239–240.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 36, s. 5.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 290.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, mektup, 47, s. 320–321.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 338; Kutbu Ravendi, el-Haraicu ve’l Ceraih, c. 1, s. 234; Mufid, İrşad, c. 1, s. 10.
- Yukarı git↑ Mufid, İrşad, s. 13.
- Yukarı git↑ Hâkim Nişaburi, c. 3, s. 136.
- Yukarı git↑ Ahmed Hambel, c. 5, s. 26.
- Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 480.
- Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 72; Meclisi, c. 19, s. 59.
- Yukarı git↑ Fahri Razi, c. 5, s. 223; Hâkim Hasakani, c. 1, s. 96; Ali b. İbrahim, s. 61; Tabatabai, c. 2, s. 150.
- Yukarı git↑ İbn Abdulbirr, el-İstiyab, el-Emin’in nakli ile A’yanu’ş Şia, Beyrut, Daru’t Tearif Lilmetbuat, 1418 k/1998 m. C. 2, s. 27.
- Yukarı git↑ Emini, c. 3, s. 140; Şuşteri, İhkaku’l Hak, c. 5, s. 522.
- Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 4, s. 545.
- Yukarı git↑ Taberi, c. 6, cüz, 10; İbn Hişam, c. 4, s. 188–190.
- Yukarı git↑ Bahrani, bap, 390.
- Yukarı git↑ Mutakki Hindi, c. 6, s. 155.
- Yukarı git↑ Genci Şafii, s. 231; Heysemi, s. 76; Kunduzi, s. 126.
- Yukarı git↑ Suyuti, ed-Durru’l Mensur, 61. Ayetin açıklaması, Zamahşeri, Al-i İmran Suresi 61. Ayetin açıklaması, Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması, Tabatabai, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması.
- Yukarı git↑ İbn Babeveyh, c. 2, s. 403; Seyyid Kutub, c. 6, s. 586; Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, c. 8, s. 559.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 23, s. 233.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 16–17;
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 18.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 21–22.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 22–24.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 25.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20–21.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 27.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s.26.
- Yukarı git↑ Zamiri, s. 365–367.
- Yukarı git↑ Zamiri, s. 375.
- Yukarı git↑ Nuri, c. 3, s. 367.
- Yukarı git↑ Kadı Kudai, kitabın mukaddimesi.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 22, s. 343.
- Yukarı git↑ Saduk, Uyunu Ahbari er-Rıza, c. 1, s. 70.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Muhammed Deşti, s. 565.
- Yukarı git↑ İbn Saad, c. 4, s. 224.
- Yukarı git↑ Dairetu’l Maarif Teşeyyü, c. 1, Ebu Zer maddesi.
- Yukarı git↑ Yakubi, c. 1, s. 524.
- Yukarı git↑ Kutbu Ravendi, Minhacu’l Berae, c. 21, s. 219; Mufid, İhtisas, s. 7.
- Yukarı git↑ Mufid, İhtisas, s. 108.
- Yukarı git↑ Kumpani, s. 412.
- Yukarı git↑ Mufid, Emali, s. 140.
- Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 265; İbn Mezahim, s. 410; İbn Ebi’l Hadid, c. 2, s. 273 ve c. 6, s. 293.
- Yukarı git↑ Şuşteri, Kamusu’r Rical, c. 7, s. 495.
- Yukarı git↑ İbrahim b. Muhammed, c. 1, s. 224 ve 285; Zerkuli, c. 6, s. 220.
- Yukarı git↑ Berki, s. 3.
- Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 1, s. 179.
- Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 59.
- Yukarı git↑ Şuşteri, Mecalisu’l Muminin, c. 1, s. 289.
- Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 3, s. 20.
- Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 179.
- Yukarı git↑ Erbili, Keşf’il Ğumme, 93; Suyuti, Tarih’ul Hulefa 189.
- Yukarı git↑ İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.6, s.8 .
- Yukarı git↑ Meclisi, Bihar’ul Envar, c.42, s.29 .
- Yukarı git↑ Suyuti’nin “Durr’ul Mensur” kitabında naklettiğine göre, “Şia” kelimesi ilk olarak Peygamber Efendimiz (s.a.a) tarafından İmam Ali’nin (a.s) bazı özel ashabı için kullanılmıştır. (Suyuti, Durr’ul Mensur, 1404 h.k, c.6, s.379) Bazıları bu rivayet ve buna benzer rivayetlerden “Şia’nın Allah Resulü (s.a.a) döneminde zahir olduğunu çıkarmaktadırlar. (Halim, Teşeyyü, 1389 h.ş, s.73-76).
- Yukarı git↑ İyci, Şerh’ül Mevakıf, c.8, s.354 .
- Yukarı git↑ Müfid, Evail’ül Makalat, s.35.
- Yukarı git↑ Halam, Teşeyyü, s.31 .
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.15 .
- Yukarı git↑ İbn-i Esir, Usd’ul Ğabe, c.1, s.15.
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.2 .
- Yukarı git↑ Meclisi, Bihar’ul Envar, c.19, s.57 .
- Yukarı git↑ Kanavat, Danişname-i İmam Ali (a.s), c.8, s.68 .
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.6, s.1760 .
- Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, 1413 h.k, c.1, s.5 .
- Yukarı git↑ Mar’eşi Necefi, Movsuet’ul İmamet, 1430 h.k, c.6, s.197 ve 198; Muhammedi Reyşehri, Denışname-i Emir’ül Müminin (a.s) 1398 h.ş, c.14, s.308. .
- Yukarı git↑ İbn-i Şehraub, c.3, s.321-334 .
- Yukarı git↑ Meclisi, Bihar’ul Envar, c.37, s.334; Hürr-ü Amuli, Vesail’üş-Şia, c.14, s.600 .
- Yukarı git↑ Emin, Sire-i Masuman, c.2, s.13.
- Yukarı git↑ Tusi, el-Emali, s.293 .
- Yukarı git↑ Nuri, Müstedrek’ül Vesail, c.18, s.152 .
- Yukarı git↑ İbn-i Kuteybe, el-Maarif, 1407 h.k, s.121.
- Yukarı git↑ İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.1, s.21 .
- Yukarı git↑ Nesai, el-Sünen’ül Kubra, c.5, s.107; İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.1, s.15; Ayeti, Tarih-i Peyamber-i İslam s.65; İbn-i Ebil Hadid, Şerh-i Nehc’ül Belağa, c.1, s.30 .
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.2 .
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.5 Yaddaş-1: “Mekke’de Beyt’ül Haram’da dünyaya geldi”. Mes’udi (vefat: 346 h.k.) İmam’ın (a.s) doğum yeri hakkında şöyle yazmıştır: “Dünyaya geldiği yer Kâbeydi.” .
- Yukarı git↑ Emini, Kitap, c.6, s.21-23 .
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ül Nebeviyye, c.1, s.162 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Tercüme-i Nehc’ül Belağa, s.222 .
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.13 .
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.64 .
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760 .
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.80 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.14 .
- Yukarı git↑ Kanavat, Danışname-i İmam Ali (a.s), c.8, s.99 .
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.14 .
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.155-158; Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760 .
- Yukarı git↑ Recebi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.161
- Yukarı git↑ Muadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set) s.188
- Yukarı git↑ Amuli, el-Sahih, c.5, s.60; Kanavat, Danışname-i İmam Ali (a.s), c.8, s.166; Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.16
- Yukarı git↑ Ebul Ferec-i İsfahani, Mekatil’ut-Talibin, s.59
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.410
- Yukarı git↑ İbn-i Sad, Tebekat’ul Kubra, c.8, s.16; Kazvini, Fatime’tüz-Zehra (s.a), s.192
- Yukarı git↑ İbn-i Şehraşub, Menagıb-i Âl-i Ebi Talib, c.3, s.350
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.16
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.14
- Yukarı git↑ Mesahib, Dairet’ül Maarif-i Farsi, c.2, s.1760
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.3, s.1027; Kuleyni, Kâfi, s.110; İbn-i Esir el-Kamil fid-Tarih, c.2, s.107
- Yukarı git↑ Kuleyni, Kâfi, c.1, s.461; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.537; Müfid, el-İrşad, c.2, s.5
- Yukarı git↑ İbn-i Cevzi, Tezkiret’ül Havas, s.6
- Yukarı git↑ Yakubi, Tarih’ül Yakubi, c.2, s.246; Dulabi, el-Zeriyet’ül Tahire, s.102; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.555; Müfid, el-İrşad, c.2, s.27
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.3, s.224; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.564
- Yukarı git↑ Vakidi, el-Meğazi, c2, s.77-471; İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.3, 234-237; Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.574-673; Müfid, el-İrşad, s.98-109; Tabersi, E’lam’ul Vera, c.1, s.379-382
- Yukarı git↑ İbn-i Esir, Usd’ul Ğabe, c.6, s.132; Kehale, E’lam’un-Nisa, c.2, s.91
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.2, s.776
- Yukarı git↑ Zehebi, E’lam’un-Nebla, c.3, s.500; Dehil, E’lam’un-Nisa, s.238
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.2, s.642
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.3, s.342-355; İbn-i Habib, Kitab’ul Mahber, s.115
- Yukarı git↑ Vakidi, Meğazi, s.653
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.674
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.678
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.789
- Yukarı git↑ İbn-i Tavus, el-Teraif, c.1, s.80
- Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c.1, s.156; İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.4, s.163
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Asr-ı Bi’set), s.926
- Yukarı git↑ İbn-i Hambel, Müsnet, c.1, s.277; İbn-i Hambel, Müsnet, c.3, s.417; İbn-i Hambel, Müsnet, c.7, s.513; Buhari, Sahih-i Buhari, c.5, s.129; Müslim b. Hucac, Sahih-i Müslim, c.2, s.1870-1871; Tirmizi, Sünen-i Tirmizi, c.5, s.638,640-641; Nisai, Sünen-i Nisai, s.50-61; Hâkim-i Nişaburi, el-Müstedrek, c.3, s.133-134; Taberi, el-Riyaz’un-Nezret, c.3, s.117-119; İbn-i Kesir, el-Bidaye ven-Nihaye, c.5, s.7-8; Heysemi, Mecme’üz-Zevaid ve Membe’ül Fevaid, c.9, s.110; Eyni, Omdet’ul Kari, c.16, s.301; Suyuti, Tarih’ul Hulefa, s.168; Suyuti, Durr’ul Mensur, c.3, s.236,291; Muttaki, Kenz’ul Ummal, c.13, s.163,171-172; Mir Hamid Hüseyin, Ebegat’ul Envar, c.2, s.29-59; Şerefuddin, el-Muracaat, s.130; Hüseyni Milani, Nefehat’ul Ezhar, c.18, s.363-411
- Yukarı git↑ Recebi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.209
- Yukarı git↑ Şehidi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.211
- Yukarı git↑ İbn-i Şehraşub, Menagıb, c.3, s.144
- Yukarı git↑ Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune, c.2, s.582; Recebi, Danışname-i İmam Ali (a.s) c.8, s.213
- Yukarı git↑ Amuli, Siret’un-Nebi, c.4, s.319
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih-i Taberi, c.3, s.148; İbn-i Sad, Tebegat’ul Kubra, c.2, s.131; Vakidi, el-Meğazi, c3, s.1089
- Yukarı git↑ Miadihah, Tarih-i İslam (Gosteriş-i Kalemru Hilafet-i İslami), s.7
- Yukarı git↑ Ayyaşi, Kitab’ut-Tefsir, c.1, s.4
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 43, s. 125.
- Yukarı git↑ Mufid, Mesaru’ş Şia, s. 17.
- Yukarı git↑ Seyyid İbn Tavus, s. 584.
- Yukarı git↑ Mesudi, İsbatu’l Vesile, s. 153.
- Yukarı git↑ Rukayye ve Ömer ikiz kardeşlerdi.
- Yukarı git↑ El-Mufid, el-İrşad, Kum; Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 270–271.
- Yukarı git↑ Belazuri, c. 1, s. 2883.
- Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 708–713.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa mektup,64
- Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 107.
- Yukarı git↑ Vakidi, el-Meğazi, 1409 h.k, c.2, s.562; İbn-i Sad, Tebekat’ul Kubra, 1410, c.2, s.69; Yakut Hemevi, Mu’cem’ul Boldan, 1995, c.4, s.238; Taberi, Tarih’ül ümem vel Muluk, 11387, c.2, s.642; İbn-i Esir, el-Kamil fid-Tarih, 1385 h.k, c.2, s.209
- Yukarı git↑ Ayeti, Tarih-i Peyamber-i İslam, 1361, s.576
- Yukarı git↑ İbn-i Hişam, el-Siret’ün-Nebeviyye, c.4, s.319; Vakidi, Kitab’ul Meğazi, 1409 h.k, c.3, s.826 ve Resuli Mehellati, Tarih-i İslam, 1374, c.1, s.141 ve 153
- Yukarı git↑ Taberi, Tarih’ül ümem vel Muluk, (Tarih-i Taberi), c.3, s.131-132, 1387 h.k; Zehebi, Tarih’ul İslam, c.2, s.690-691, 1409 h.k; Müfid, el-İrşad, c.1, s. 26, 1413 h.k.
- Yukarı git↑ İbn-i Sad, Tebekat’ul Kubra, c.2, s.128-129, 1410 h.k; Vakidi, Muhammed b. Ömer, Kitab’ul Meğazi, c.3, s.1802-1803, 1409 h.k.
- Yukarı git↑ Ahmed b. Muhammed b. Hambel, Müsned-i Ahmed b. Hambel, c.2, s.225, 1421 h.k; Hâkim-i Nişaburi, el-Müstedrek elas-Sahiheyn, c.3, s.145, 1411 h.k.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 587.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 575.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, mektup, 53, s. 569.
- Yukarı git↑ Zakiri, s. 67.
- Yukarı git↑ Zubeydi, c. 3, s. 273.
- Yukarı git↑ Tabari, c. 4, s. 534.
- Yukarı git↑ Cevheri, c. 3, s. 1152.
- Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 188; Halife, s. 191.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali kitabından telhis, s. 113–121.
- Yukarı git↑ El-Miyar ve’l Muvazine, s. 162; Şehidi’den naklen, Ali’nin dilinden Ali, s. 122.
- Yukarı git↑ İbn Mezahim, s. 490.
- Yukarı git↑ İbn A’sem, c. 3, s. 163.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 129.
- Yukarı git↑ Eş-Şehristani, el-Milel ve’n Nihel, tahric; Muhammed b. Fethullah Bedran, Kahire, et-Tabu’s Sani, el-Kısmu’l Evvel, s. 106–107.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 132.
- Yukarı git↑ Şehidi, Ali’nin dilinden Ali, s. 133–134.
- Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, Kum, Neşr Maarif, 1391, s. 53–54.
- Yukarı git↑ Caferiyan, Resul, Şia İmamlarının Siyasi ve Fikri Hayatı kitabının özeti, s. 55.
- Yukarı git↑ El-Mufid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-İrşad, Kum, Said b. Cubeyr, 1428 k. S. 27–28.
- Yukarı git↑ Abdulkerim b. Ahmed b. Tavus, Ferhetu’l Gara, s. 93; Meclisi, Bihar, c. 42, s. 222; Mukaddesi, Yadullah’tan naklen, Baz Pejuhi tarih veladet ve şahadeti Masuman (a.s), Kum, İslami Kültür ve Bilimler Araştırması, 1391, s. 239–240.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 36, s. 5.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 290.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Seyyid Cafer Şehidi, mektup, 47, s. 320–321.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 42, s. 338; Kutbu Ravendi, el-Haraicu ve’l Ceraih, c. 1, s. 234; Mufid, İrşad, c. 1, s. 10.
- Yukarı git↑ Mufid, İrşad, s. 13.
- Yukarı git↑ Hâkim Nişaburi, c. 3, s. 136.
- Yukarı git↑ Ahmed Hambel, c. 5, s. 26.
- Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 1, s. 480.
- Yukarı git↑ İbn Esir, el-Kamil fi’t Tarih, c. 2, s. 72; Meclisi, c. 19, s. 59.
- Yukarı git↑ Fahri Razi, c. 5, s. 223; Hâkim Hasakani, c. 1, s. 96; Ali b. İbrahim, s. 61; Tabatabai, c. 2, s. 150.
- Yukarı git↑ İbn Abdulbirr, el-İstiyab, el-Emin’in nakli ile A’yanu’ş Şia, Beyrut, Daru’t Tearif Lilmetbuat, 1418 k/1998 m. C. 2, s. 27.
- Yukarı git↑ Emini, c. 3, s. 140; Şuşteri, İhkaku’l Hak, c. 5, s. 522.
- Yukarı git↑ İbn Hişam, c. 4, s. 545.
- Yukarı git↑ Taberi, c. 6, cüz, 10; İbn Hişam, c. 4, s. 188–190.
- Yukarı git↑ Bahrani, bap, 390.
- Yukarı git↑ Mutakki Hindi, c. 6, s. 155.
- Yukarı git↑ Genci Şafii, s. 231; Heysemi, s. 76; Kunduzi, s. 126.
- Yukarı git↑ Suyuti, ed-Durru’l Mensur, 61. Ayetin açıklaması, Zamahşeri, Al-i İmran Suresi 61. Ayetin açıklaması, Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması, Tabatabai, Al-i İmran Suresi, 61. Ayetin açıklaması.
- Yukarı git↑ İbn Babeveyh, c. 2, s. 403; Seyyid Kutub, c. 6, s. 586; Tabarsi, Mecmeu’l Beyan, c. 8, s. 559.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 23, s. 233.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 16–17;
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 17.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 18.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 19.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 21–22.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 22–24.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 25.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 24.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 20–21.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s. 27.
- Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerh-i Nehcü’l Belağa, c. 1, s.26.
- Yukarı git↑ Zamiri, s. 365–367.
- Yukarı git↑ Zamiri, s. 375.
- Yukarı git↑ Nuri, c. 3, s. 367.
- Yukarı git↑ Kadı Kudai, kitabın mukaddimesi.
- Yukarı git↑ Meclisi, c. 22, s. 343.
- Yukarı git↑ Saduk, Uyunu Ahbari er-Rıza, c. 1, s. 70.
- Yukarı git↑ Nehcü’l Belağa, tercüme Muhammed Deşti, s. 565.
- Yukarı git↑ İbn Saad, c. 4, s. 224.
- Yukarı git↑ Dairetu’l Maarif Teşeyyü, c. 1, Ebu Zer maddesi.
- Yukarı git↑ Yakubi, c. 1, s. 524.
- Yukarı git↑ Kutbu Ravendi, Minhacu’l Berae, c. 21, s. 219; Mufid, İhtisas, s. 7.
- Yukarı git↑ Mufid, İhtisas, s. 108.
- Yukarı git↑ Kumpani, s. 412.
- Yukarı git↑ Mufid, Emali, s. 140.
- Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 265; İbn Mezahim, s. 410; İbn Ebi’l Hadid, c. 2, s. 273 ve c. 6, s. 293.
- Yukarı git↑ Şuşteri, Kamusu’r Rical, c. 7, s. 495.
- Yukarı git↑ İbrahim b. Muhammed, c. 1, s. 224 ve 285; Zerkuli, c. 6, s. 220.
- Yukarı git↑ Berki, s. 3.
- Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 1, s. 179.
- Yukarı git↑ Mufid, Cemel, s. 59.
- Yukarı git↑ Şuşteri, Mecalisu’l Muminin, c. 1, s. 289.
- Yukarı git↑ İbn Esir, Usdu’l Gabe, c. 3, s. 20.
- Yukarı git↑ Yakubi, c. 2, s. 179.